Yaşayan Efsane 45 Bölüm

Kelime Sayısı:979

45 Bölüm

 

Geyik avı

 

Bütün gece aralıklarla ayağa kalkmıştı fakat Borla’nın dışarıya çıkışını yine fark edememişti.  Sabah uyandığında dışarıya çıktı. Buraya alışmaya başlamıştı yeni bir hayat kuruyorlardı dış dünyadan oldukça farklı olarak. Hedef tahtalarının dışında ağaçlara duvar yapacaklarını öğrenmişti bunun ne için yapıldığını sorduğunda ise cevap alamamıştı. Kadran günlük işleri yapmaya devam ederken Borla sırtına almış olduğu geyik ile gelmişti.  Masanın yanına geldi ve geyiği yere bıraktı.  Elleri ayakları bağlı olsa da çırpınıyor kaçmak için çabalıyordu. Kadran ‘’Ellerini ayaklarını neden bağladın?’’ diye sordu. Borla masaya oturdu.

 

‘’Onu ellerinle boğarak öldürmeni istiyorum.’’ Dedi. Kadran şaşırmıştı fakat üstelemedi olduğu yerden geyiğin başına geldi ve iki elini geyiğin boğazına tuttu. Daha önce uzaktan hayvan avlamıştı fakat yakından çıplak elle hiçbir hayvanı boğarak öldürmemişti.  Hayvan çırpınıyordu onun gözlerinin içine baktı, boğazını sıkmaya başladı, hayvan daha fazla debeleniyordu fakat Borla onu iyi bağladığı için yeterince hareken edemiyordu. Kadran daha da sıkmaya başladı, Borla başında onu izliyordu. Hayvan bir süre sonra çırpınışları azaldı. Kadran ölüyor diye düşündü ve devam etti. Hayvana hareketsiz kalıp öldüğüne emin olduktan sonra boğazını bıraktı. Borla ‘’Güzel şimdi sana bir hafta süre ormana git ve bir geyiği boğarak öldür.’’ Dedi. Kadran bunu nasıl yapacağı ile ilgili soru sormadı zaten cevap alamayacağı iyi biliyordu. Kadran onun yanından ayrılırken Borla

‘’Silahların olmadan’’ dedi. Kadran ‘’Silahsız ormanda bir hafta ve geyik avı bu çok zor değil mi? Ya yırtıcı hayvanlarla karşılaşırsam’’ diye sordu. Borla ‘’Bu süreçte onlarla da başa çıkmayı öğrenirsin’’ dedi ve geyiği tekrar sırtladı kulübeye götürmeye başladı.

 

 

Aradan belli zaman geçmişti evinden uzak değildi ormanın derinliklerinde dolaşıyordu. Geyiklere rastlamıştı fakat hiçbirini boğabilecek kadar yakınlaşmamıştı. Birkaç başarısız denemede bulunmuştu. Onlar uyuduğunda saldırmayı düşündü fakat bu uzun uğraşlar isteyen işti. Bütün gün gözüne kestirdiği bir tanesini takip edip o uyuduğunda ise harekete geçip onu boğacaktı.  Aklına başka bir yöntem gelmiyordu.

 

 

Başı ağrıyordu uykusu geliyordu, hava kararmıştı, ateş yakamazdı uyumak istiyordu. Sadece biraz uyumak sonunda geyiğin en yakınına gelmişti. Aralarında mesafe on metreye kadar düşmüştü. Yavaş ilerliyordu, gece etraf pek görünmediği için son derece karanlıktı ve ay bulutların arasında kalmış görünmüyordu. Geyik etrafına son bir kez baktıktan sonra yere çöktü yanında başka bir geyik yoktu. Etraflarında da geyik olmadığını tahmin ediyordu. Son derece dikkatli ilerliyordu. Ormanın fazla içinde değillerdi ve ağaçlar seyrekti. Rüzgâr esmeye başladığında geyik etrafına baktı ve rüzgârın sesini dinledi. Rüzgâr esmesi Kadran’ın işine geliyordu, geyik onu esen rüzgârdan fark edemiyordu fakat o da geyiğin tam olarak nerede olduğunu tahmin edemiyordu. Ağaçlar seyrek olduğundan otlar epey uzamıştı. Kadran çömeldiğinde otlar uzunluğu sayesinde görünmüyordu üstelik otların rüzgâr tarafından hareket etmesi de ona avantaj sağlıyordu.

Geyiğin yerini değiştirmediğini düşündü. İlerlemeye devam etti ve sonunda durdu. Bir ses duydu ve o sesin geldiği yöne döndü geyik gidiyordu. Kadran sinirlenmişti ama onu takip edebilecek gücü yoktu, bir an önce uyumak istiyordu. Ayağa kalktı bütün umutlarını yitirmişti. Geyik ona uzaktan bakarken o sadece uyumak için kendine yer hazırlamakla meşguldü.

 

 

Aradan dört gün geçmişti. Nehir kenarından su içiyor bulduğu çeşitli sebzeleri tüketiyor gerektiğinde tavşan yakalayıp yiyordu. Ağacın üzerine çıkmıştı, dinleniyordu. Umutları tükenirken etrafta bir ses duydu. Kendisi olduğu yerden hiç ayrılmadan etrafa bakınmaya başladı. Sonunda aradığı geyik ayağına kadar gelmişti. Geyik ağaçların içerisinden yürüyor ve beslenmek için yiyecek arıyordu etrafına bakınmayı unutmuyordu. Unuttuğu yer ise ağaçlarda gerçi yırtıcı hayvanların büyük çoğu yerdeydi. Ormanın sıklığı yırtıcı kuşların ormanın içinde avlanmasını epey zorlaştırıyordu.

Geyik durdu ve yerleri koklamaya başladı, koklayarak Kadran’ın bulunduğu ağaca doğru ilerliyordu. Kadran fark edilmeden hızlı hareketle ağacın üzerinden atladı. Bunu neden yaptığını anlayamamıştı. Bu yükseklikten kemikleri rahatça kırılabilirdi fakat geyik avlama şansı ona bunu unutturmuştu. Geyik başını kaldırdığında çok geçti. Kadran tam geyiğin sırtına düşüp kendini yerde buldu. Kemiklerinin kırılıp kırılmadığı bilmiyordu. Başı dönüyordu hemen ayağa kalktı sabit bir yerde duramıyor etrafında istemsizce dönüyordu. Geyik ise yere yığılmış ve güçlükle ayağa kalkabilmişti, başını sallıyordu. Kadran geyiğin başına yumruk attı ve iki elli ile geyiği boğazladı.

Boğazını iyice sıkmaya başladı. Geyik kaçmaya çalışıyordu ve hızlıca ileriye atılmak istese de Kadran onun başını tekrar yumrukladı. Geyiği tekrar afallattığında boğazına sarıldı ve geyik yere düştü. Ayağının bir tanesinin geyiğin karnına dayana ve boğazını olabildiğinde sıkmaya devam ediyordu. Bir süre böyle devam etti, geyik ölene kadar. Hayvanın cansız bedenini ayaklarından bağlayıp sırtına attı. Kendisi için oldukça ağırdı yürümeye başladı yolu fazla uzak değildi fakat geyikle birlikte uzun süreceğe benziyordu. İki gün içerisinde geriye dönmek zorundaydı süresi fazla kalmamıştı.

 

 

Borla masada harita açmış planlara bakıyordu ara sıra köy kütüphanesinde yanmış ama okunabilecek kitapları okuyordu. Ses duymuştu doğa sesi değildi ayağa kalkmadı ve masaya dayadığı kılıcına dahi bakmadı. Zayıf ve güçsüz bir sesti. Borla masaya sermiş olduğu birbirinden farklı haritaları toparladı ve elbisenin içine koyup onları götürdü evin içerisine götürdü. İyice yerleştirdikten sonra geri dönüp yarım bıraktığı kitabını okumaya devam etti. O sırada gelenin kim olduğunu net olarak görebiliyordu. Kadran sırtında geyik ile dönüyordu. Borla gülümsedi bir şey demedi.

‘’Biraz yardım etseydin baba’’ diye seslendi. Borla cevap vermedi. Kadran zaten boşuna konuştuğunun farkında idi. Borla fazla konuşan tiplerden değildi fakat icraatları olan adamlardı.

Kadran geyiği masanın üzerine bırakmak istedi fakat Borla yeri gösterdi. Onun dediği yere bıraktı ve kendisi de geyiğin yanına yattı. Ayakları, omuzları ve elleri ağrıyordu ve hepsinden önemlisi uykusuzluktan başı zonkluyordu. Borla kitabını kapatıp masanın üzerine koydu ve masanın etrafında dolaşarak geyiğin başına geldi yere çömeldi ve incelemeye başladı. Bir süre öylece durdu ve hayvanın çeşitli yerlerine dokundu. ‘’Tahmin ettiğinden farklı şekilde avlamışsın güzel’’ dedi.  Borla geyiği sırtlardı ve nehre doğru gitmeye başladı. Kadran sadece onu izliyordu o geyikle ne yapacağını bilmiyordu. Ona en son baktığında geyiği nehrin sularına bıraktığı ve suyun onu alıp götürdüğü gördü. Kadran derin nefes aldı. ‘’Onca uğraş sadece bunun içinmiş demek ki’’ dedi. Borla geri döndü Kadran ona bir şey söylemedi ve geyik hakkında tepkisini ortaya koymadı. Masanın oturağından güç alarak ayağa kalktı. ‘’Uyuyabilir miyim?’’ diye sordu. Borla bir şey söylemedi sadece evi gösterdi bu onun izin verdiğini gösterirdi. Kadran güçlükle ayağa kalktı keşke yatağının hemen yanında olsaydı aslında şu an olduğu yere yatıp bile uyuyabilirdi çok uykusu vardı ve yorgundu.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 4 Yorum

Zamparanın Ölümü 1 Bölüm

Kelime Sayısı:1540

Zamparanın Ölümü

 

 

1 Bölüm

 

Seçenekler Başlangıçta Başlar

 

Hayat kirlidir, eğer oyununu kirli oynarsan kazanırsın. Hapishane kapısı açıldığında askerlere selam verip dışarıya çıktı. Kapı tekrar üzerine kapatılmıştı, bu sefer özgürdü. Elinde bavulu vardı ve hava soğuklu. İçeriye paltosuyla girmiş ve yıllar sonra aynı palto ile dışarıya çıkmıştı. Hapishane bir ovanın tepesine kurulmuştu. Gözleri ile bütün ovayı süzüyordu. Hava kasvetliydi ve yağmur atıştırmaya başlamıştı. Yağmur toprağı tamamen ıslatmayı başardığında ise çamurla yüzleşecekti. İstanbul’a çok yol vardı.  Yolun kenarına çıktığında çakılların üzerinde yürümeye başladı. Yağmur çiğse ile başlayıp şiddetini arttırmaya devam ediyordu. Çıkmadan önce saat iki civarındaydı fakat gökyüzü şimdiden yağmur bulutlarının etkisi ile kararmıştı.  Yağmurlu hava ve çamura dönmeye başlayan toprak yol. Bu yağmurda yoldan araba geçmezdi. Yağmur onu iliklerine kadar ıslatacaktı anlaşılan. Çıktığı gün bile güzel bir gün değildi.

Güzel bir gün ölmek için kendini hazır tutardı. Babası ona yaşarken kötü yaşayanların en büyük tesellisi güzel bir günde ölmek olduğunu söylemişti. Bugün ölmeyeceğini düşündü. İçeriye girerken kendini bir hesaplaşmanın içinde bulmuştu. Çıkış gününü düşmanları ya unutmuştu ya da onlardan geriye kimse kalmamıştı. Unutmuş ise şansı günündeydi ama onlardan geriye kimse kalmamış ise, bu yeni düşmanlar edineceği gün olabilirdi. İnsanlar bazen düşman edinmek için yaşardı. Yağmur saçlarını diplerine kadar ıslatmış uçlarından yüzüne damlıyor yanakları yararak yere düşüyordu. Yağmur hızını arttırmıştı. Yürümeye başlayalı birkaç dakika olmuştu.  Toprak yola yeni girmekte olan bir arabanın sesini duydu. O an tepeye tırmanmaya başlamıştı. Araba yanından geçerse onu durdurmak zorundaydı. Elbiseleri komple ıslanmıştı. Arabaya tepeye tırmandığında durmuştu. Elini kaldırmaya bile tenezzül etmemişti. Yüzünü ne buruşturdu ne de arabanın içindekine gülümsedi.  Çaresi yoktu, o arabaya binmek zorundaydı. Hızlıca arabanın arka kapısına yanaştı, bavulu içeriye koydu. Kendisi ön tarafa geçip içeriye bindi. Sürücü ile karşı karşıya gelmişti. Sürücü ona elini uzattı, istemeden de olsa oda ona elini uzattı.

 

”Eski dostuna soğuk davranıyorsun, halbuki geçmişte iyi işlerimiz oldu. Biliyorsun baban iki yıl önce vefat etti.  Torpidoda sana vermemi istediği bir emanet var. Diğerini ise sonra göstereceğim sana” dedi. Arabayı geri vites’e takıp dönmeye çalışırken Yavuz torpidoyu açtı ve içindeki altı patlar silahını eline aldı. Topunu açtı ve içinin mermilerle dolu olduğunu gördü. Torpido da mermiliği paltosunun cebine attı. Silahı elinde tutmaya devam ediyordu. Arabaya gerisin geriye döndükten sonra yola devam etmeye başladı. Yavuz

 

”Yavuz, yağmurlu havalarda soğuk, sevimsiz ve acımasız olur. Babam derki; Hayatta üç şey geri getirilemez birincisi sıkılan mermi, ikincisi ölüm, üçüncüsü geçmiş zaman. Geçmiş geçmişte kaldı biz bugünü konuşalım.” dedi. Arabanın içinde bir süre sessizlik oluşmuştu. Sürücü ana yola girdiğinde Yavuza baktı. Yavuz da ona aynı anda baktı.

 

”Konuşmayacak mısın Cabir?” sesi soğuktu ve arabanın içinde rüzgarlar esmeye başlamıştı. Cabir onun bu kadar soğuk davranacağını tahmin etmemişti fakat yinede hazırlıklı gelmişti. Koltuğun sol tarafına tabanca yerleştirmişti. Yavuz’un yapabileceği ters harekette, silahını çekip eski dostunu vurmaktan çekinmeyecekti. zira insanlar yeni düşman edinmemek için öldürürlerdi.

 

”Sen yokken Kürt Sülo öldü. Yoksa bugün benim yerine onlar almaya gelirlerdi. Kürt Sülodan sonra yeri Kürdo aldı, şanslısın onun seninle bir derdi yok.  Baban sana sevebileceğin bir araba bıraktı, ama sadece araba” dedi. Durakladı sanırım konuşmasını biraz dramatikleştirmenin zamanı gelmişti.

 

”Annen babanın yokluğuna çok dayanamadı, kız kardeşin o günden sonra kayboldu.  Bu arada Avni Kartal’ın adamı oldum. Seni de hem eski günleri yad etmek hem de Avni Kartal’ın senin gibi gözü pek bir adam aradığını bildiğim için” dedi. Cümlesinin sonunu getiremeden Yavuz ona susmasını işaret etmişti.

 

”Onun adamı olmamı istiyorsun. Daha nefes almadan elime silahı tutuşturdun. Bir ailem yok, kaybedecek bir şeyim de yok ve kaybedecek bir şeyi olmayan adama ihtiyacın var.” dedi ve devam etti. ”Ama ben eski Yavuz değilim artık” diye cümlesini bitirdi. Cabir’in cevap vermesini beklemeden arabadaki soğuk havayı dağıtmak için radyoyu açtı. Türk sanat müziği çalmaya başlamıştı. Yavuz

 

”Yavuz yağmurlu havalarda müzik dinlemeyi sever” dedi. Cabir gülümsedi. İçeride kesinlikle bir kişilik problemi yaşadığını anlamıştı. Hapishanenin onun bütün çehresini değiştirdiği şimdiden görebiliyordu. Sorunlu bir kişiliğe dönüşmüştü, ama zaten Avni Kartal sorunlu adamları severdi. Onu Avni Kartal’a teslim ettikten sonra kendi işlerine devam edebilirdi. Dost bile olmasına gerek yoktu, sadece dereyi geçene kadar. Cabir

 

”Kabul ediyor musun? İşe hemen başlamana gerek yok.  Bir hafta kafanı dinle hem bu arada babanın sana bıraktığı arabayla uğraşırsın. Sonra seni alırım Avni Kartal’ın yanına gideriz. Evini filan ayarladım hatta çok şanslısın ki garajı bile var ve araba orada. ” dedi. Cabir soğuk hava yavaş yavaş dağılıyordu. Elini cebine attığında Yavuz silahı ona doğrulttuğunu fark etmişti fakat görmezlikten geldi ve cebinden çıkardığı bir top parayı Yavuz’a uzattı. Yavuz parayı alıp iç cebine attı. Cabir

 

”Bir hafta onunla idare et sonra bakarız çaresine” dedi. Yavuz bu sefer cevap vermedi. Ayaklarını ileriye uzattı ve gözlerini kapattı. Eve gidene kadar uyumayı deneyecekti, yine de tetikte olmayı unutmuyordu.  Uzun zamandır hayat ile ölüm arası gidip geliyordu.

 

 

 

Cabir sokağa girdi, Yavuz’un yeni evinin önünde durdu. Mahalle fakirlerin yoğunlukta yaşadığı mahallelerden bir tanesiydi. İstanbul’u hiç görmeden İstanbul’a gelmişti.  Yavuz arabadan inerken Cabir

 

”Seni bir hafta sonra alırım” dedi. Yavuz omzunun üzerinden kafasını sallayarak olumlu cevap verdi.  Cabir cebinden anahtar çıkartıp Yavuz’a uzattı. Yavuz anahtarı aldı. Cabir

 

”Girişte merdivenlerin arkasındaki kapı” dedi. Yavuz arabanın inip arabadan önünden geçerken Cabir’e soğuk bakış fırlattı. Yavuz evin önündeki garaja ufak göz gezdirdi ve daha fazla ıslanmamak için kapısı açık olan apartmandan içeriye girdi, merdivenlerin arkasına geçti. Yavuz Cabir’in verdiği anahtar ile kilitli kapıyı açtı içeriye girdi. Arabada olmasına rağmen halen elbiselerinden su damlamaya devam ediyordu. İçeriye girdikten sonra ayakkabısını çıkartıp, girişte bulunan ayakkabılığa koydu. Evin duvarları türkuaz kağıtlarla kaplanmıştı. Girişteki lambayı yaktı. İçeriye geçti. Mutfak ve oturma odası birleşikti. Amerika’daki stüdyo evler gibi hazırlanmıştı. Oturma odasına girdikten sonra kapının yanında lambayı yaktı. Mutfağa geçtiğinde buzdolabının yanında ayrı bir kapı vardı. Sırtındaki tamamen ıslanmış paltoyu mutfağa geçince tezgâhın üzerine bıraktı. Garaj’a açılan kapıyı açtı. İçerisi karanlıktı lamba her zamanki gibi kapının yanındaydı. Lambayı yaktığında gözleri açılmıştı, yağmurlu günlerdeki soğuk havası bir anda üzerinden atmıştı. Babası ona hayalindeki arabayı bırakıp gitmişti.  Karşısında mavi Subaru Impreza Wrx Sti vardı. Arabanın anahtarı garaja yapılmış tezgâhın üzerindeydi. Tezgâhta birçok farklı eşyalar vardı. Onlara hiç ilgi göstermeden anahtarı alarak arabanın kapısını açtı. İçerisine oturmadan direk arabanın kaput’unu açtı. Arabanın kaputu biraz açıldıktan sonra parmaklarını kaput dişlilerine sokup kaputu havaya kaldırdı. Kaputun içindeki çubuğu kaputun üstüne yerleştirdi.

Yavuz motora baktığında komple modifiyeli edilmiş olduğunu anlamıştı.  Kaputu tekrar kapattı, yorgundu biraz dinlenmek ve ıslanan elbiselerini değiştirmek istiyordu.  Garajdan çıktı, mutfağı ve oturma odasını geriye bıraktı. Yatak odasının kapısını açtı. Odada yatak gar dolap açtı, içi bomboştu. Üzerindeki elbiselerin donuna kadar hepsini çıkardı ve açılmamış yatağın battaniyesini kaldırarak yatağın içine girdi. Battaniyeyi tulum gibi etrafını sardıktan sonra gözlerini kapattı.

 

1985

 

Karne Günü

 

Annesi ona bağırmıştı, eline aldığı terlik ile onu dövmek için mutfaktan çıktı. Yavuz hızlıca diğer odaya geçti fakat kaçacak yeri yoktu. Odanın ortasında kaderini bekliyordu. Annesi odaya girdiğinde kolunu havaya kaldırarak onun yanına yürüdü.

 

”Sana derslerini çalışmanı söylemiştim. Bu zayıflarla sınıfı nasıl geçeceksin?” dedi. Yavuz cevap vermedi, suçluydu ne dese o terliği yemekten kurtulamayacaktı. Annesi terliği çocuğun yüzüne vuracağı zaman güçlü bir el onu durdurmuştu. Annesinin arkasında babası duruyordu. Eve geldiğini duymamıştı. Kadın dehşet bakışlarını kocasına yönetti ve arkasını döndü. Babası o sırada karısının elini bırakmıştı.

 

”Çocuğuna bak karneleri zayıflarla dolu” dedi. Oldukça sinirliydi fakat karşısındaki kocası sinirlenirse o zaman geri adım atmak zorunda kalacaktı. Onun karısı bile olsa kimse İskender’e hesap soramazdı. İskender sinirlerini hâkim olarak.

 

”Sen mutfakta bekle bizi ben oğlumla biraz konuşacağım” dedi. Kadın söylenerek odadan dışarıya çıktı. İskender odadaki karşılıklı üçlü koltuklarından kapıya yakın olanına oturdu. Eli ile koltuğa vurarak oğlunun oturmasını istedi.

 

”Karnen ne kadar kötü?” dedi. Yavuz

”Çok kötü” diye cevap verdi. Yavuzun korkusu gitmemişti. Kalp atışlarının sesini babası ve kendisi rahatlıkla duyabiliyordu, yüzü kızarmıştı. İçinden keşke diyordu fakat bir çaresi olmayacaktı.

 

”Ne kadar kötü? Hepsi mi?” dedi. Yavuz babasının yüzüne bakmadı. İskender oğlunun çenesinden tutarak zorla kendisine bakması sağladı.

 

”Cevap ver oğlum dövmeyeceğim korkma. Zayıfı aldıktan sonra dövmenin bir anlamı yok. ” dedi. Yavuz biraz cesaretini toplayıp

 

”Hepsi değil ama çoğu” diyiverdi. Her şeyi söylemişti, şimdi babasının ona hangi ceza vereceğini düşünüyordu. Babasından gelen her türlü ceza ile razıydı. Annesi babasına göre daha ağır cezalar veriyordu.  İskender sırtını geriye yasladı, belinden altı patlarını çıkardı. Ceketinin cebinden bir pilot kalem çıkardı. Birisini bir eline diğerini öteki eline aldı.

 

”Seçenekler başlangıçta başlar. Bir kere seçtin mi? Bundan sonra her seçim senin için ayrı seçenek olur. Bugün bittiğinde geçmişte kalacak evlat. Hayatta geri getirilemeyen üç şey vardır. Birincisi sıkılan mermi, ikincisi ölüm, üçüncüsü geçmiş zaman. Şimdi seç bakalım silahı seçersen işlerimi öğrenirsin. Kalemi seçersen okumaya devam edersin. Unutma evlat sıkılan mermi geri gelmez ama yazılan yazı silinebilir” dedi. İkisi de birbirinin gözlerine baktı. Her iki seçenekte gelecekteki hayatına yön verecekti. Yavuz sol elini kaldırdı, silaha baktı. Elini kalemin üzerine getirdi ve yakınlaştırdı. Babası ona daha hiçbir şey söylemiyordu. Hangisinin doğru olup olmadığını yıllar sonra öğrenebilirdi belki hiç öğrenemezdi. Kalemden vazgeçip silahı tuttu. Babası gözlerini ondan alıp önce kalemi ceketinin iç cebine koydu sonra ayağa kalktı. Elinde silah odanın kapısına geldiğinde durdu. Kafasını geriye çevirmeden

 

”Yarın benimle geliyorsun evlat. Karne tatili boyunca benimle takılacaksın. Bu saatten sonra dışarıya çıkıp arkadaşlarında oynamak yok. Boş vakitlerinde babanın yanındasın” dedi. Yavuz’un yüzü gülümsüyordu ama babasından yüzünü kaçırmaya çalışıyordu. Sürekli babasının yanında olmak onun hoşuna gidecekti ama gerçeklerden haberi sonraları olacaktı. Babası onun neyi seçtiğinin farkındaydı, uyarmadı zaten uyarsa da anlamayacaktı. Odadan dışarıya çıktığında karısı karşısına çıkmıştı. Konuşmaları duymuştu fakat oğlunun cevabını bilmiyordu. Kadın İskender’in elindeki silahı gördü fakat sormaya cesaret edemedi. İskender ise ona gerçekleri bugün söylemeyecekti belki de ona hiç söylememeliydi.

Zampara'nın Ölümü kategorisine gönderildi | , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 44 Bölüm

Kelime Sayısı:889

44 Bölüm

 

Köyün Acısı

 

‘’Ölüm akıncıları ve Robando onları anlat bari.’’ Borla evi çoktan terk etmişti fakat Kadran’ın söylediklerini duymayacak kadar uzaklaşmamıştı.  Birkaç gün sonra Kadran iyice iyileşti ve ayağa kalktı. Borla ona hikayesini anlattıktan sonra pek yanında durmuyor dışarıda kalıyordu sadece yatmak için eve geliyordu. Kadran ayaklandığında dışarıda kendisinin yokluğunda ne yaptığını merak ediyordu.  Dışarıya çıktığında Borla’nın hedef tahtaları yaptığı ortaya çıkmıştı.  Borla o geldiğinde masanın üzerindeki kağıtları katlayıp iç cebine koydu. Kadran

 

‘’Bana güvenmiyor musun?’’ diye sordu. Borla ‘’Aklın bu işlere henüz erecek düzeyde değil.’’ Diye cevap verdi. Kadran ‘’Bu hedef tahtaları neden koydun? Ok atmayı mı öğreteceksin?’’  Diye sordu. Borla ‘’Birçok amaç için koydum şimdi al’’ dediğinde tahta kılıcı ona doğru attı. Kadran kılıcı havada yakaladı fakat ağrılarını hissetti.  Borla ‘’Şimdi kılıç çalışacağız’’ dedi. Borla hedef tahtalarının yanına geldi.  Tahta kılıcının savurmaya başladı. ‘’İşte böyle savuracaksın’’ dedi. Ona birkaç savurma tekniğini gösterdi. ‘’Ne söylersem söyleyeyim devam edeceksin’’ dedi. Kadran dediklerini başı ile onayladı.

 

 

Birkaç gün sonra

 

Köyün acısı dinmişti. Köy artık nefes almıyordu. Alevler sönmüş kara dumanlar gökyüzüne süzülmeye devam ediyordu.  Yıldırımların koptuğu bir zamanda gündüzü geceye çeviren Dron atlıları kâbus gibi köyün üzerine çökmüşlerdi. Akıncıların savaşı kaybettiği şu dönemde, Dron atlıları ve Favaria şövalyeleri onlara bağlı köyleri yağmalıyorlardı. Ebukhazef köyü onlara bağlı köylerden birisi değildi, hiçbir zaman öyle olmamıştı fakat yağmadan nasibini diğer köyler gibi almıştı.  Yağmada elde edilen ganimetlere el konuluyor, elde ettiklerini insanları köle pazarlarında satıp kendilerini geçindiriyorlardı. Dronlar böyle yapmasa da Favaria şövalyeleri bu yöntemi izliyordu.

 

Bretonaskalar zaferin tadını çıkartıyorlardı. Onların da bu savaşta ağır kayıpları vardı fakat kazanmışlardı. Önlerinde güç ve para ile satın alamadıkları Akıncıların sonlarını getirmişlerdi.  Ölüm Akıncılarının tamamen yok edilememesi krallığı biraz rahatsız ediyordu. Geriye kalan kişilerin en güçlü olduğu düşünülüyordu. Eğer bu dünyada ölmediysen umutlar asla tükenmezdi. Hayaller çok uzak kalabilirdi fakat onları gerçekleştirmek için bir parça umut her zaman olacaktı. Siyah atlı ağır hareket ederek gidiyordu. Yere bir adam daha düşmüştü. Adam nasıl kesildiğini bile anlamamıştı, ayağa kalkamıyor ve giden atlının arkasından bakıyordu. Ona ölümcül darbe vurmamıştı yavaşça ölmesini istiyor gibiydi. Onu öldürmek için bile vakit harcamak istemiyor gibiydi.

Dron yine de ona sorması gereken bir sorusu vardı. Geriye dönüp onun canını alabilirdi bunu sormadan anlayamazdı. Bildiği tek bir şey vardı. O atlı kendisinin yaşadığını biliyor oluşuydu. Kafasını yerden kaldırdı ve sordu.

‘’Kimsin sen?’’ diye sordu. Atlı atını durdurmadan yoluna devam ederken omzunun üstünden kafasını geriye doğru çevirdi.  Başındaki kukuletası yüzünü kapatıyordu adam hakkında hiçbir şekilde bilgi sahibi değildi. İnsan formunda olan canavar olabilirdi.  ‘’Benim kim olduğumu bilseydiniz buralarda dolaşmazdınız. Buraların gerçek sahibinin kim olduğunu bilmiyor musunuz yoksa unuttunuz mu?’’ diye sordu. Dron’un gözleri bir anda fal taşı gibi açılmış kalp atışları hızlanmaya başlamıştı. ‘’Katiller katili!’’ diye mırıldandı.

‘’Sen yaşıyorsun!’’ demişti. Borla ona cevap vermedi. Dronlar onun yaşadığını yeni öğrenmişlerdi ama neden geri döndüğünü bilen yoktu. O birkaç gün önce doğan bir çocuk için doğduğu toprakları ziyaret etmişti fakat Dronlar ondan önce davranmışlardı. Köyde üst kurmaya çalışan bütün Dronları ağır yaralamıştı biri dışında hepsi için kaçınılmaz ölüm gerçeğin ta kendisiydi. O köyü terk ederken Dron ayağa kalktı ve yerden kılıcını aldı. Göğsünde açılmış yaraya bastırdı. Borla atını durdurdu. ‘’Yaşaman için sana şans veriyorum. Beni durduramazsın’’ dedi. Dron

‘’Eğer kaçarsam benim izimi sürer ve bizlere ulaşırsın’’ dedi. Borla ‘’Akıllısın yeterince değil. Sizden birini konuşturmadım burada sizi bulurken. Sen ve diğerleri olmadanlar diğerlerinin bulabilirim. Ben sana hem yaşama hem de arkadaşlarına haber verip uyarma şansı veriyorum. Eğer bunu yapmazsam siz bana karşı yeterince hazırlanamazsınız ve sizi hazırlıksız yakalamak bana zevk vermez’’ dedi. Borla ölü Dronları geçip giderken ‘’Hazırlıklı olun geleceğim ve hepinizi öldüreceğim benden aldığınızı geri alacağım. ‘’ dedi. Dron kendi yoluna devam etti ikisi de birbirinden ters istikamete doğru yol olmaya başlamıştı. Takip edilmiyordu ama bunu söylediği an öldürebilirdi yine de diğer Dronların bunları bilmeye hakkı vardı.

Yıllar sonra ismini söylemekten keyif alacağına biliyordu ama söylememişti. Yaşayan varlıkların onun ismini duyduğunda içlerinde beliren ürpertiyi hissedebiliyordu. Bu isim onu mutlu ediyordu. Diğer varlıkların ona bakış açısını umursamıyordu. Atını oldukça yavaş kullandığından köye ancak varabilmişti. Geç kaldığını biliyordu o yüzden acelesi yoktu. Köyün içinden devam ederken burada artık yaşamın olmadığını görebiliyordu. Evler harap olmuş hala ince dumanlar moloz yığınlarının arasından çıkıyordu. Köyün alev sıcaklığı devam ediyordu. Yanan sadece evler değil insanlar ve hayvanlardan. Et ve odun kokusu birbirine karışmıştı. Köyün içerisinde biraz ilerledikten sonra atını durdurdu ve atından aşağıya indi. Atının boynunu okşayarak ceplerinden yemiş çıkardı, ona yemiş yedirdi. Ona karşı sırtını döndü. Evi bulmuştu, ağır adımlarla eve doğru yürüdü. Ev tam anlamıyla yıkılmamıştı ama harabeye dönmüştü, temeli ve duvarları bazı yerleri duruyordu. Dumanlar halen çıkmaktaydı. Evin tam önüne geldi harap olmuş evde bir şey bulacağını zannetmiyordu fakat gözlerini kapattı. Kulaklarına bebek sesi geldi.

Ebenin doğuran kadına erkek olduğunu söylemişti.  Dron atlıların sesi geliyordu. Evi telaş basmıştı. Kocası ormanda idi. Borla şimdi daha iyi anlıyordu az önce geçtiği adamın Dronlarla neden iyi dövüştüğü bu onun oğluydu. Onun izinden neredeyse bütün dövüşü gözlerinde canlandırmıştı. Ebe diğer kadınların apar topar çıktığı ve kadını orada bıraktığını görmüştü. Kadın apar topar çocuğunu sarmıştı. Yangın bütün izleri yok edememiş yağma sırasında ateşe verilen köyde yağmurun bir anda bastırması ile köyün tamamı yanıp yok olmamıştı.  Borla geçmişe biraz daha baktı. O yeni hamile olduğundan o bırakıp gitmişlerdi. Kadın bütün olumsuzlara rağmen çocuğunu ve kocasını düşünüyordu. Güçte olsa ayağa kalkmayı başarmış ve sırtına bir şeyler geçirmişti. Dronların eve girmesi kadını öldürüp elinden çocuğu almaları görmüştü. Burada daha fazla vakit kaybedemezdi şimdi çocuğu nereye götürdüklerini bulmaktı.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 43 Bölüm

Kelime Sayısı:776

43 Bölüm

 

O Gün Doğan

 

Gökyüzünde yırtıcı kuşlar dolaşıyordu. Bir dan fazla çeşitleri olan kuşların bir arada sürü halinde dolaşması görülecek bir şey değildi, sanki bir şeyleri önceden sezmiş gibiydiler. Savaşın kokusunu alıyor gibiydiler. Savaş onlar için bir veli nimetti. Zor şartlar altında yaşanılan bu topraklarda av bulabilmek en az insanlar kadar zordu.  Rüzgâr esmeye başladığında şeleğine son odun parçalarını doldurmuştu, gökyüzü gitme vaktinin geldiğini yıldırım ile bildirmişti. Sırtına şeleğini geçirmeden önce odunların üzerini bezle kapladı. Sırtına şeleği geçirip geri dönüş yolunu tuttuğunda kararmakta olan hava yere yıldırım düşmesiyle birlikte bir anda aydınlanmış gözlerini kamaştırmıştı. Bir anlıkta olsa önünü iyi görmesine yardımcı olmuştu. Yıldırım çok yakın yere düşmüştü. Yağmur bulutları gökyüzünde birbirini sıkıştırırken ilk damlalarını yüzüne vurmuştu. Attığı adımları daha büyük atmaya başladı.  Evi çok uzakta değildi yağmurun şiddetli yağacağını tahmin ediyordu. İkinci yıldırım çakmadan önce hissetmiş ve eli ile gözünü kapatmıştı. Ormanda ağaçlar sıkı değildi yolunu rahatlıkla buluyordu. Yağmur yağıp yolu bataklığa dönüşmeden çıkmalıydı buradan. Yeni düşen yıldırım daha uzağa düşmüştü fakat ağaçların devrildiği hissetmişti. Orman yanmaya başlamıştı. Adımlarını daha sıkı ve hızlı atmaya başlamıştı.

Yanan yer kendisine uzak değildi yağmurun şiddeti yangını durdurabilirdi. Üçüncü yıldırımın gelip gelmeyeceğini gelirse başına düşüp düşmeyeceğini bilmiyordu. Hızlı adımlarla köyün yolunu arşınlamaya başladı. Yağmur daha fazla yağmaya başlıyordu. Patika yol yerine kestirmeden gitmeyi tercih etmişti. Yağmurun şiddetlenmesi toprağın yumuşamasına ve hızının azalmasına yol açacaktı. Kuşlar bağrışarak ilerliyordu. Yeryüzü iyice kararmıştı önünü bazen görmekte zorlanıyordu. İkindi vakti havanın bu kadar kötüleşip kararabileceği tahmin etmemişti. Yukarılarda bir şeylerin ters gittiği belli idi. Aslında bugün dışarıya çıkmak hiç istemiyordu fakat annesi onu kapı dışarıya etmişti. Yakılacak oduna ihtiyaç vardı karısının yine sancıları tutmuştu. Doğum zamanı çok yakındı. Sancılarının başladığı zamanda yine dışarıya çıkmaya başlamıştı. İki gün önce sancısı tuttuğunda kadınlar sıcak suyu hazırlamış fakat çocuk gelmemişti. Bugün dışarıda epey vakit geçirmişti. Üçüncü yıldırım köyün yakınlarına düştüğünde adımlarını daha da hızlandırmaya başladı. Odunları ıslanıyordu evde yeterince kuru odunun olduğuna inanmak istiyordu. Islakları yakmak epey zaman alacaktı.

Köye yaklaşmaya başladığında kadınların çığlıklarını duyuyordu. Bunlar sevinç çığlıkları değildi. Şeleği ve toprak hızını arttırmasını engellese de o en hızlı hali ile yürüyordu. Köye yaklaştıkça çığlıklar artıyor at sesleri ve kılıç seslerini duyuyordu.  Orman tamamen seyrekleşmeye başladığında köy ateşle parıldıyordu. Zırhlı atlı askerler köylüleri doğruyorlardı. Yıldırım gerçekten köye düşmemişti ama köyün bu halini görünce keşke yıldırım köye düşseydi diye geçirdi içindi. Gördüğü manzara şokunu atlattıktan sonra şeleğini yere bıraktı koşarak evine doğru evine ilerledi. Yanlarından geçtiği evlerden alevler yükseliyordu. Atlıları görebiliyordu ne krallık askerlerine ne de haydutlara benziyorlardı. Daha önce görmediği türden zırh giyiyorlardı. Yanlarından geçtiği evlerden alevler yükseliyordu.  Kendi sokağına geçtiğinde Yeşil pelerinli Dron atlıları evine giriyorlardı. Etrafına bakındı evlerin birinin önünden bir odun parçası aldı. Atlılardan bir tanesine fırlattı Dronu atından düşürmüştü. Dronlar atından düşen arkadaşlara bakmışlardı. Köyü talan etmek için geldikleri köylerden biraz daha farklıydı. Kayıpsız birçok köyü yağmalamışken bu köyde birkaç Dron ölmüştü. Atlarını onun olduğu yöne çevirdiler bu köydekileri hafife almaları ile hata etmişlerdi ve bir tanesi atını ona doğru sürmüştü.

Adam eline bir tane daha odun aldı.  Kılıcını savurarak ilerliyordu adam odunu atın ayağa fırlattı. At ayağına çarpan odun yüzünden sendeledi yere düştü bu sırada Dronu onun altında kalmış olsa da kurtulmayı bildi fakat başında adamı görmüştü. Adam onun başına taşla vurarak ezdi ve onun kılıcını aldı.  O sırada iki Dron evinden çıkmış ve ellerinde çocuk olduğunu görmüştü. O kendi çocuğu idi sevinç ile üzüntüyü aynı anda yaşıyordu. ‘’Bırakın çocuğumu!’’ diye bağırdı. Bu sefer üzerine iki kişi geliyordu. Bebeğini kaçırıyorlardı. Adam evin bahçesine geçti. Evin içerisine girmeden kapıyı açtı ve kılıcı aldı. Dronlar onun üzerine sürdü atladı. Onlar yaklaştığında kılıcını onlara savurdu. Birini karnından ağır kesik almıştı. Diğeri ise yanından geçip gitmişti.  Kolunda ve sırtında sıcaklık hissetmişti ve ardından gelen acı. Kolunda ve sırtında derin kesikler vardı.  Adam arkasına döndü Dron onun tekrar üzerine giderken o sırada sırtına ok saplanmıştı. Adamın daha gücü kalmamıştı kılıcı yere indirdi. Üzerine gelen Dron ona bitiriş vuruşu yapmak için geliyordu fakat adam son anda kılıcı kaldırıp tüm gücüyle savurdu ve yere düştü. Dron’ın karnından yarık açmış ve yere düşürmüştü. Onu da öldürmeyi başarmıştı. Üzerine gelen üç Dronu da öldürmeyi başarmıştı. Evin çitinden tutunarak yukarıya kalkmaya çalıştı.  Bir kez olsun çocuğunu görememişti. Çitlerden tutunarak ilerliyorlardı. Bir Dron daha atını onun üzerine sürmeye başlamıştı. Adamın gücü kalmamıştı. O sırada garip bir ses duydu ve Dron atını durdurdu geriye çevirdi. Adamla uğraşmaktan vaz geçmişlerdi. Adam Çitin üzerinden atlayıp yola düştü sürünerek ilerlemeye çalışıyordu gözleri kararmaya ve bir süre sonra görmemeye başladı artık hareket ettiğini dahi hissetmiyordu.

 

Sessizlik oluştuğunda Kadran ‘’Eee sonra?’’ diye sordu merak etmişti. Borla her zamanki gibi en heyecanlı ve en hüzünlü yerinde kesmişti. Borla ‘’Buraya kadar’’ dedi ve yerinden kalktı. Kadran ‘’Dronların elinden babamın elimin nasıl geçtim.’’ Diye sordu. Borla cevap vermedi ve oradan uzaklaştı.

 

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 42 Bölüm

Kelime Sayısı:737

42 Bölüm

 

Doğarken Kaybeden

 

Borla ara sıra Kadran’ın ailesinin mezarına gitmesine izin veriyordu. Gündüzleri eğitimle geçerken geceleri avlanmaya gidiyorlardı, ayrıca Borla ormanın içinde açtıkları alana tarla yapmıştı bazı sebzeler ekmişti.  Bazı günler eğitim yaptırmıyor ağaç kesiyorlardı başka bir düşüncesi daha vardı.  Borla bu sürede hemen hemen her gün onu ağaca çıkartıyor bütün ağaçlara çıkarmayı onu öğreniyordu. Kesilen ağaçlardan başka bir duvar yapmaya başladıklarında Kadran bu boş duvarın ne olduğu anlayamamıştı.  Sorulan her soruyu yanıtsız bırakmasına rağmen Kadran ona soru sormaktan çekinmiyordu. Meraklı ama sabırlı çocuktu.  Kadran henüz öğlen olmamışken Borla kılıcı masanın üzerine koydu. ‘’Hadi al bakalım’’ dedi. Borla kendisi tahta kılıcı aldı.  Kadran masanın üzerindeki kılıcı alır almaz Borla ona kılıcını savurdu. Kadran ani hareketle kılıç saldırısından kurtulmayı başlardı. Borla masanın üzerinden atlayıp Kadran’ın karşısına dikilmişti. ‘’Göster hünerlerini’’ dedi. Kadran hızlıca kılıçla saldırdı Borla kaçmaya başladı. Kadran durmadan saldırıyordu farklı saldırılar hiçbirini ona denk getiremiyordu.  Borla kılıcını savurdu Kadran kendisini kılıcı ile savundu fakat saldırının şiddetinden dolayı yere düşmüştü, çabucak ayağa kalktı. Kılıcını yeniden savurdu bu sefer kafasına nişan almıştı.

Borla kılıcın altından hızlıca arkasına geçti ve ayağına tekme atarak onu diz çöktürüp ikinci tekmesini sırtına atmıştı. Kadran acı içerisinde yere yığılmış daha da kımıldayamıyordu. Borla onun kafasını toprağa sıkıştırdı. ‘’Sanırım birkaç kemiğini kırdım.’’ Dedi. Onu üstü çevirerek ‘’Birkaç tanesini daha kırmam gerek seni taşıyabilmem için’’ dedi. Kadran acıdan ne dediğini anlayamıyordu. Borla bunu bildiği için uygulamaya geçti ve onu yan yatırdığı yerden sırtındaki birkaç kemiğini daha kırdı. Sırtında taşıyabilecek durumda sırtını esnetmişti. Onu sırtına alıp eve götürdü. Yüz üstü yatağa yatırdı. Kadran daha fazla acıya dayanamadan bayılmıştı.  Bütün gün boyunca kırılan kemikleri tekrar kırıp doğru kaynamasına yardımcı oluyordu. Kadran kemiklerinin her kırılışında bağırıyor acıya dayanamayıp bayılıyordu. Borla onun fazla ses çıkarmaması için ağzını dal parçasını tutturup sıkıca bağlamıştı. Bazen buna rağmen sesi çıkıyordu.

Birkaç güç öylece kaldı. Borla bakımını üslendi ara sıra gözlerini açsa da genelde baygın bir haldeydi.  Borla ona çorba yapmıştı, çorbayı sehpanın üzerine koydu. Çorbanın rengi yeşildi üzerinde asit kabarcıkları balon gibi patlıyordu. Kadran’ın gözünü iyice açmıştı. Borla kahkaha atarak Kadran’ın burnunu tuttu. Kadran ağzını kapatmıştı, nefesi azaldığında ağzını açmak zorunda kalmış ve Borla ona ilk kaşığı ağzına sokup çorbayı tattırmıştı.  Kadran tükürmek istedi fakat Borla ağzını tutmuştu. ‘’Sevsen de sevmesen de içeceksin bu çorbayı ölü otundan geyik kemiği suyundan ve biraz mercimek kullanarak yaptım. Tadı berbattır içini yakıp kül eder fakat kemiklerini iki günde kaynaştırır.’’ Dedi.  Kadran zorla içmeye çalıştı fakat tekrar ağzından aktardı bu sefer Borla ağzını tutmamıştı.

Onun bu hali yeni kahkaha attırmıştı. ‘’İçmezsen kemiklerin güçlenmez eğer güçlenmezsen isen nasıl dünyanın en iyi kılıç ustası olacaksın? Ayağa bile kalkamıyorsun neredeyse hiçbir yerini oynatamıyorsun içmezsen altını temizlemem kendi pisliğin önce kıçını sonra da bütün bedenini çürütür ölürsün.’’ Dedi. Kadran

‘’Beni kurtarmasan zaten ölecektim anlattığından daha acısız bir şekilde’’ dedi. Borla ‘’Orası belli olmazdı eğer boynun kırılmasa boğularak ölecektin bu da acı ölümlerden birisi yavaşça ölmek. Şu an ki durumundan daha hızlı olacağı aşikâr’’ dedi. Kadran Borla’nın gözlerine baktı. Kaşığı ağzına yaklaştırırken bu sefer ağzını açmış ve dışarıya atmamıştı. Yüzünü buruşturdu dışarıya atacak gibi oldu fakat kendini tutup hızlıca yuttu. Borla gülümsedi. ‘’İşte böyle dünyanın en iyi kılıç ustası olmak istiyorsan önce ayağa kalkmalısın’’ dedi. Kadran ‘’Onunla neden dövüşmedin ve Panoz’u neden verdin?’’ dedi. Borla

‘’Panoz’u vermeseydim dövüşmek zorunda kalacaktım. Akasele ortaya çıkmış ise istediğini almadan geri dönmez. Panoz’un onun tarafından eğitilmesi daha iyi ileride Akasele’nin bana rakip olması gibi Panoz’da ileride sana rakip olacak’’ dedi. Kadran ‘’Bana halen istediğim şeyleri anlatmadın. O gün doğduğumda oradaydın neler olduğunu bilmek istiyorum. Ben neden senin için önemliyim?’’ diye sordu. Borla ‘’Hepsini teker teker anlatacağım’’ dedi. Kadran ‘’Şimdi mi?’’ diye sordu. Borla ‘’Seninle ilgili kısmını’’ dedi. Borla daha sözüne başlamadan Kadran ‘’Gazeteleri okurken önce kötüler ile yazılanları okuyorsun kötüler ve iyiler kim?’’  Diye sordu. Borla ‘’Bu durum çok karmaşık ama basitçe anlatacağım.’’ Dedi ve durakladı söze bir yerden başlamalıydı ve en uygun yeri kafasında düşünüyordu.

 

‘’İyiler ve kötüler çok daha karmaşık bunu sonra anlatacağım. Önce sana senin hakkında bahsetmek istiyorum. Sen Ölüm akıncılarının Bretonaska’ya yenildiği gün doğdun. Doğduğun gün bir fırtına vardı. Baban ormandaydı ve annen yatağında sancısı vardı. O sırada Dron atlıları köye varmadan önce doğumun gerçekleşti fakat Dron atlıları geldiğinde ise çok geçti.’’ Dedi. Kadran ‘’ O güne ait her şeyi anlat bana. Borla

 

O gün doğan

 

Bulutlar bir araya toplanmış gökyüzünün bütün berraklığını kaplamışlardı. Onların birleşmesi havanın kararmasına sebep olmuştu. Henüz gündüz olmasına rağmen havanın bu ani değişimi ve kararması yağmur beklentisini oluştursa da yer yüzünün kararması pek alışık durum değildi.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 41 Bölüm

Kelime Sayısı:783

41 Bölüm

 

Ebukhazef köyü

 

Onun dediği gibi yataktan pek bir şey kalmamıştı diğer odalara baktı, sonra tekrar Borla’nın olduğu yere geldi. Yatağa yanaştı kalan parçalarına dokundu. Annesinden bir iz aradı fakat külleri bile ortalıkta yoktu. Etrafta birkaç kemik parçası vardı. Aşağıya eğildi ve yatağın içindeki kemik parçalarına baktı. Borla’ya döndü o daha konuşmadan. ‘’Muhtemelen annen o odada birkaç daha kemik var onlarda ebe ve yardımcısı olabilir.’’ Dedi. Kadran

 

‘’Peki babam nerede?’’ diye sordu. Borla ‘’Onun cesedi daha ilerde olmalı’’ dedi ve oradan ayrıldı. Kadran ‘’Onları burada öylece bırakamam’’ dedi.  Borla ‘’Kemikleri topla onu evin bahçesine gömelim. ‘’ dedi. ‘Ya babamınkiler?’’ diye sordu. Borla ‘’Ona da sıra gelecek’’ dedi ve oradan ayrıldı. Kadran evde tek başına kalmıştı. Yatağın içinde kalan kemiklerin hepsini topladı etrafta başka kemik yoktu. Diğerlerinin kaçmayı başardığını düşündü.  Dışarıya arka tarafa doğru yürüdü doğru dürüst bahçe kalmamıştı yine de evin sınırları belirleyen çitler tamamen yanmış olsa da izleri belli idi. Annesinin nasıl birisi olduğunu asla öğrenemeyecekti.  Kendisini nasıl büyüteceğini veya kendisine nasıl davranacağını.  Borla o sırada onun adını söylemişti. Arkasına döndü. ‘’Kemikleri bırak da gel babana gidelim’’ dedi. Kemikleri yere bıraktı ve yanına gitti. Kendisine uzatılan kazma ve küreği alıp annesinin kemiklerinin yanına bıraktı.

 

Kendi evlerinden fazla uzaklaşmadan Borla durdu ve yeri gösterdi. Kadran yerde birçok kemik olduğunu gördü.  ‘’Hangisinin olduğunu nereden biliyorsun’’ diye sordu. Borla ‘’O gün oradaydım’’ diye cevap verdi. Kadran kafasında bir anda birçok soru oluşmuştu.  Borla yerdeki kemikleri gösterdi. ‘’İşte baban burada öldü. Ben geldiğimde halen yaşıyordu. ‘’ Kadran soru sormaya başlamadan onu durdurdu. Borla ‘’Bazı gerçekleri ilerleyen yaşlarda öğrenmen gerekiyor evlat.’’ Dedi.

‘’Neden?’’ diye sordu. Borla cevap vermedi. O da fazla üstelemedi babasının kemiklerini eline aldı. Köy yakılıp yıkılmasına rağmen insanların kemikleri halen iyi durumdaydı. Evlerine geldiler bahçeye geçip Borla kazmaya başladı. Kadran ise ona bakıyordu. Annesi babası hakkında üzüntü duyamıyordu bu konuşa hissizdi.  Üvey babası için bile tam olarak üzüntü hissedemiyordu.  İkisi için normal olarak mezar kazmamıştı sadece kemiklerin sığabileceği kadar ve derinlikte olan ikiye bölünmüş mezardı. Kadran kemikleri mezara yerleştirdi. Üzerlerine toprak atıp tamamen kapattı. Başlarına bir şeyler dikmek istedi. Borla kolundan tuttu. ‘’Şimdilik küçük bir işaret bırakalım buraya gömülü birisinin olduğu belli olmasın’’ dedi. Kadran ‘’Neden?’’  Diye sordu. Borla ‘’Bir gün anlayacaksın evlat ama o gün bugün değil.’’ Diye cevap verdi.  Orada yapacakları işleri pek kalmamıştı Borla gelirken birkaç kitap getirmeyi unutmamıştı.  Neredeyse tamamı yanmış bir köyde kitap ve araç gereçleri nereden bulduğunu tam olarak öğrenememişti. Borla bu işleri halen gizli yürütüyordu. Bir bildiği vardır diye Kadran soru sormamıştı zaten sorsa da çoğu zaman yanıtsız bırakılıyordu.  Kendisi hakkında planlarının ne olduğunu öğrenmek istiyordu.

 

 

Kapı çalındı ve çocuk içeriye girmişti. Elindeki gazeteyi masanın üzerine bıraktı ve adama başka bir şey isteği olup olmadığını sordu. Adam onun eline birkaç gümüş koyarak başından savdı. Kapı kapandığında gazeteli eline aldı.  İlk sayfalar yine efsaneler için ayrılmıştı. Morhamam olaylarından sadece Bierta konuşulmamış Robando’nun ortaya çıkışı ve Askala’nın da orada olması diğer önemli olaydı. Aklında Robando ile Bierta’nın birlikte olduğunu bir an düşündü başına ağrılar girmişti. İki yenilmiş efsanenin buluşması kimsenin işine gelmezdi. Dünyada birçok efsane vardı ve aralarında birlik yoktu. En son birleştiklerinde İmparatoru indirmişlerdi. Şimdi onun kadar güçlü imparatorluk yoktu efsaneler bütün krallıkları rahatlıkla yok edebilecek güçteydi.

Bay Walteph gazeteye haberleri araştırıyordu ve bir eli ile Karnopa krallığından gelen mektubu masaya koydu. Gazeteyi hızlıca okuyup kenara koydu. Gelen mektubu açtı, Karnopa askeri raporlarını istemişti normalde hiç krallık başka krallığa böyle bilgi vermezdi ama söz konusu Bierta olunca haberleri paylaşıyordu.  İlk şüphelendiği gibi Bierta’nın Tarnovaya doğru yola çıktığı idi. Raporlara detaylıca baktığında Bierta’nın henüz topraklarda izine rastlanmamıştı. Bay Walteph tedbir amaçlı biraz daha ilerleyecek ve bekleyecekti eğer Bierta’dan haber gelmez ise krallığa geri dönecekti. En son saklandığında 20 yıl sonra ortaya çıkmıştı. Çok iyi saklandığı için onu bulmak çok zordu. Akasele onu bulabilirdi fakat bu onu istemezdi. Akasele Borla birbirlerine düşman olmasına rağmen birbirlerini korurlardı. Dünya onların ilişkisini tam olarak anlayamamıştı.

 

 

Kapı açılır açılmaz Hexan ‘’Heyecanla dinliyorum seni’’ dedi. Olduğu yerden kalkıp Robando’nun yüzüne bakmıştı. İçeride onlardan başka kimse yoktu ve Robando kapıda nöbetçi tutmayı pek istemezdi. Kalenin en yüksek kulesini mesken edinmişti. Masasına geçip oturdu. Kapısı camdan olan bir balkon vardı.  Robando ‘’Hiçbir şey olmadı, ona bunca yıl ne yaptığını sormadım ve baba oğul gibi dertleşmedik’’ dedi. Hexan ‘’Hepsi bu kadar mı?’’ diye sordu. Robando ‘’Değil elbet. Onu ve yanındaki iki çocuğu kara parçasına bıraktıktan sonra Askala ile dövüşmeye gittim fakat o dövüşmeye gelmedi. ‘’ dedi.

 

‘’Borla’nın ortaya çıkışı işimize yaradı diyebiliriz. Askala Borla ile birlik olacağını düşünüp dövüşe gelmemiştir bu da dövüş için ondan alacağın bölgemizi dövüşsüz ele geçirdik diyebiliriz’’ dedi. Robando ‘’Bir bakıma öyle oldu komutanlardan bir tanesini ele geçirdiğimiz yerlere yolla halkın vergisini düşürdüğümüzü ve buna karşılık eli kılıç tutabilecek çocukları alacağımızı bilmeliler’’ dedi. Hexan ayağa kalktı başka söz söylemeden dışarı çıktı.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 40 Bölüm

Kelime Sayısı:722

40 Bölüm

 

Akasele’nin Gelişi

 

Panoz her ikisini de baktı onlar ise gözlerini birbirinden ayırmıyordu.  ‘’Neden?’’ diye sordu.  Borla ‘’Onlar birbirine ölümüne düşmanlar ve bu değişecek gibi gözükmüyor. Onlar büyümeden biri ölecek böyle bir dövüş kabul edilemez. Birini sen birini ben eğiterek onları gelecek neslin en güçlülerinden yapacağız. Ve onlar en güçlü halleri ile birbirlerini öldürmeye çalışacaklar. ‘’ dedi.  Akasele ‘’Yeterince adamım var zaten neden bu çocuk?’’ diye sordu.

 

‘’Yaşı uygun iyi eğitimle çok iyi savaşçı olabilir. En iyileri sadece en iyiler eğitebilir. ‘’ dedi. Akasele cevap vermedi Panoz’a baktı. Dövüşmek için gelmişti fakat Borla’nın ona sunduğu teklife olumlu bakıyordu. Gerçekten iyi eğitimle en iyilerden bir tanesi olması işine yarayabilirdi. Bu devirde iyi savaşçılar eğitmek zor olsa da iyi savaşçılar eğitmek için bu yeteneğe sahip olan savaşçıları bulmak zordu.  Akasele ayağa kalktı ve biraz dolaşmaya başladı. ‘’Onları gözleri kapalı hedefe gönderdin izlemelerine bile izin vermedin ve Panoz bıçağı buldu. Onlara direk güçlerini arttırmak yerine irade gücü eğitimi veriyorsun. Çalışma yöntemlerin çok değişik ve karışık. Şimdi daha iyi anlıyorum. Orduda askeri eğitimler sırasında bir çok çocuğun neden can verdiği. ‘’ dedi. Borla ‘’Tekniklerim ve eğitimlerim için halen bir şey biliyor sayılmazsın şimdi Panoz’u alıyor musun almıyor musun?’’ diye sordu. Panoz

 

‘’Benden vaz geçiyor musun?’’ diye sordu. Borla ‘’Hedefe ulaşmak yerine önce rakipleri alt etmen. Benim tarzıma uygun değil. Onun tarzına uygun. Onun yanındayken daha fazla olanakların olacak. ‘’ dedi. Akasele tekrar masaya döndü ve Panoz’un omzuna dokundu. ‘’Gidelim’’ dedi. Panoz ayağa kalktı. İkisi birlikte Borla’ya bakarkan

 

‘’Babamın intikamını mutlaka alacağım.’’ Dedi. Borla sırıttı. ‘’Bu beni zerre alakadar etmiyor neden biliyor musun? Ben o günleri görmeyeceğim çünkü evlat. ‘’ dedi.  Akasele ‘’Bunca yıl sonra’’ durdu. Sözlerine devam etmedi. Ezeli düşmanlar birbirlerine selam verdiler. Akasele çocuğu alıp güvercin olup oradan ayrıldı. Kadran evden izliyordu onlar gidince dışarıya çıktı. ‘’Onlar nereye gitti?’’ diye sordu. Borla

 

‘’Bundan böyle Panoz Akasele tarafından eğitilecek’’ dedi. Kadran ‘’Neden böyle bir şey yaptın ki?’’ diye sordu. Halen siniri geçmemişti. Borla bıçakla birlikte masadan kalktı.  ‘’Emirlerimi sorgulamamayı öğrenmelisin şimdi gözlerini kapat tekrar bulacaksın bıçağı’’ dedi. Kadran ‘’Ondan hiç bahsetmeyecek misin?’’ diye sordu. ‘’Sen bıçağı ararken bende ondan bahsetmiş olacağım’’ dedi. Kadran gözlerini kapattı. Borla bıçağı tekrar fırlattı. Kadran nereye gittiğini görememiş sadece sesine ve ön sezilerine göre bulmaya çalışacaktı. İlk adımını attığında Borla ona doğru birkaç adım attı.

 

‘’Güvercin efsanesini Akasele o da benim gibi efsanelerden.  Güvercinleri sayesinde dünyada ne olup bitiyorsa öğrenebilir. Tıpkı oğlum Robando gibi’’ dedi. Kadran bıçağın sesinin nerede olduğunu tahmin etmeye çalışırken Borla’yı da dinliyordu. Sinirli olduğundan ilk seferki kadar hızlı değildi.  Kadran

 

‘’Senin de onun gibi güçlerin var mı?’’ diye sordu. Borla ‘’Yok’’ diye yanıtladı. Kadran o sırada aşağıya eğildi ve bıçağı bulmuştu. Gözlerini açtı ‘’Buldum!’’ diye dedi fazla bağırmadan artık rakipsiz kalmıştı.  Borla onun yanına geldi.  ‘’Akşam olmasına az vakit kaldı yemek hazırlayacağız yarın seni doğduğun köye götüreceğim’’ dedi. Kadran her şeyi unuttum heyecanla ‘’Gerçekten mi? Diye sorunca Borla ‘’Ne zaman sana yalan söyledim?’’ diye sordu. Kadran daha konuşmadı, yarın olmasını iple çekecekti.

 

 

Kadran’ın Doğdugu Köy Ebukhazef

 

Sabah Kadran Borla’dan önce kalkmış ve hazırlanmıştı. Beline bıçağı almış sessizce dışarıya çıkıp masaya oturmuş doğanın ve şırıl şırıl akan suyun sesini dinliyordu. Borla her zamanki saatinde kalkacaktı. Ondan önce kalktığında henüz güneş yeni aydınlatmaya başlamıştı. Görüş alanı son derece düşüktü loş ortamda oturuyordu. Orman evinde dışarısında ışık yakmıyorlardı. Buralar terk edilmiş olsa da Borla tedbir amaçlı dışarıda hiçbir şekilde ışığa izin vermiyordu. Bu yüzden Kadran karanlığın içinde kalmıştı.  Borla dışarıya çıktığında Kadran onu görünce ayağa kalkmıştı.  ‘’Gidiyoruz’’ dedi. Kadran onun peşine düşmüştü. Küçük ırmak boyunca ilerlediler ormanı geride bıraktıklarında tarlalara gelmişlerdi. Çitler yıkılmıştı tek tük evleri görüyordu. Evler harabe haline gelmişti. Kimisi tamamen yok olmuştu. Borla ‘’İşte burası senin doğduğun köy şimdi hatırladığım kadarı ile evini bulma vakti.  Kadran daha çok heyecanlanmıştı. Evlerin durumu hiç iç açıcı değildi saldırıdan sonra taşınan olmamıştı. Toprak üzerinde küçük fırtınalar meydana geliyor. Kadran ‘’Bunlar ne’’ diye sordu.

 

‘’Onlar Dronların bıraktığı izler. Bir çeşit hava akımı ile geliyorlar. Soru sorma açıklaması zor bunun için vakitte yok.’’  Dedi. Borla bir an durdu hatırlamaya çalıştı bu köy alev gibi yanıyordu adım attığında çok geçmeden hatırladı biraz daha ilerledi ve durdu. Yolun sağından döndüğünde soldaki ikinci ev onun eviydi.  Evin bir bölümü çökmüş ama tamamen yanmamıştı. Borla evin girişindeki molozları kaldırıp evin içerisine girdi. Sola yöneldi ve çatısı kalmamış yeri ‘’İşte burası ananın seni doğurdu yatak geriye çok bir şey yok. Kadran Borla’yı geçip etrafına baktı.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 39 Bölüm

Kelime Sayısı:900

39 bölüm

 

Orman Evi

 

Borla geri döndüğünde Kadran ağaçlarını belirlemiş ve bir tanesinin kesimine başlamıştı. Panoz dalları hazırlamıştı. Borla eli boş dönmemiş sepeti doldurup gelmişti. Çocuklar merakla sepete baktıklarında kazma, kürek, çekiç gibi eşyalar olduğu gibi gelirken ağaçlardan meyve toplamayı unutmamıştı. Çocukların her birine birer tane vermişti. Borla da sepeti bıraktığı gibi ağaç kesme işine girmişti.  Birkaç ağaç devirdiler ve onları parçalamaya giriştiler. Ara verip biraz bir şeyler atıştırdılar fakat akşam olmak üzereydi.  Panoz ve Kadran topladığı çalı çırpıdan Borla başlarını sokabileceği küçük ev yapmıştı.  Akşam yemeğinde geri kalan geyiği tekrar pişirmeyi düşünüyorlardı.

 

2 Gün

 

Yağmur yağmamıştı ikinci gün diğer günlerden daha iyi başlamıştı. Borla bu sefer çocuklarını biraz daha geç kaldırsa da çocuklar yorulduklarından ötürü tam anlamıyla dinlenememişlerdi. Onlar bugün ev yapacaklardı yerde çalışacaklardı. Borla ev için su kenarını tercih etmişti.  Etrafta bulunan ağaçları kesmeye başladılar. Birkaç ağaç devirdiler, onları parçaladılar bu gece gene yaptıkları yerde kalacaklardı karanlığa kadar çalıştılar. Aç düştüklerinde Borla Panoz ve Kadran’dan avlanmalarını istedi. Onlar avda geçirdikleri üç saat boyunca sadece tavşan avlayabilmişlerdi. İkinci gün sona erirken eve henüz başlanmamıştı.

 

6 Gün Sonra

 

Ev sonunda yapılmıştı, etrafının ağaçlardan temizlenmesi gerekiyor. Dışarının biraz daha düzenlenmesi gerekiyordu. Geçen bu süre zarfında Borla onlara nasıl hayvan avlanır nasıl tuzak kurulur öğretmişti yine de avcılık epey uzun geçerken onlar bununla meşgul olurken Borla ormana en yakın terk edilmiş ihtiyaç olanları almaya gidiyordu. Çocuklar avcılıktan dönene kadar yeni kitaplar getirmişti. Kitaplık yapmaya başlamıştı. Evi yaptıktan sonra içeriyi pek fazla düzenleme imkânı olmamıştı.  Evi odalara bölmeyi düşünüyordu. Üç oda şimdilik yeterli idi. Evin içerisinde bir şömine yeri ile ocak yeri bırakmıştı. Avcılar akşam olmadan döndüğünde Borla onları ateşin başında bekliyordu. Bu sefer ikisinin de boş dönmemiş ama eve eli boş gelmişlerdi. Borla onlara baktı.

 

‘’Hani yemek?’’ diye sorduğunda çocuklar dışarıyı göstermişlerdi. Borla dışarıya çıktığında sırıttı. ‘’Bu boğayı nereden buldunuz?’’ diye sordu. Kadran ‘’Orman dışında otlanırken bulduk ve avlaması epey zordu’’ diye yanıt verdi. Borla

 

‘’Belli ki buraya getirmesi de zor olmuş’’ dedi.  Borla ve çocuklar hayvanı orada parçalamaya karar verdiler. Kendilerine epey yetecek kadar et çıkacaktı.

 

2 Hafta Sonra

 

Borla ve çocuklar bulundukları yere iyice yerleşmişlerdi. Onları yakındaki terk edilmiş köye götürmeye karar vermişti ve Kadran’a onun bilmediği hayatını anlatma fırsatı bulacaktı. Çocuklar kılıç eğitimleri devam ederken Borla masasında oturmuş onları izliyordu. Aralarındaki kin ve nefret bitmemiş daha çok artmıştı fakat Borla’nın sert eğitimleri ve cezalandırmaları onun yanındayken birbirleri ile dalaşmama iyi öğrenmişti. İçinde bir his uyandığında bir güvercinin ağacın tepesine konduğunu görmüştü. Borla ağaca baktığında güvercinin beyaz renkli olduğunu anlayınca masanın yanına koyduğu kılıcını üstüne koydu. Eliyle bağlamış olduğu mührü çözdü.

 

Panoz tahta kılıcını Kadran’a savurdu. Kendisini korumayı bildi fakat ayağını yediği tekme ile dengesini kaybedip yere düştü. Yerden onun kalkmasını beklemeden saldırıya geçti Kadran kendisini savunmaya çalışsa da Panoz kılıcını güçlü savurduğu için onun kılıcını yere düşürmesine yol açtı. Son hamlesini yapmak için durmaksızın saldırdı fakat Kadran yuvalanarak kurtulmuştu. Panoz onu bırakmaya niyeti yokken kendini yerde buldu. Kadran onu çelme takarak yere düşürmüştü. Kadran bir anda üzerine atladı ve onun kolundan tutarak kılıcını kullanmasını engelledi. O sırada ‘’Dövüşü bırakın ve yanıma gelin!’’ diye ses duyar duymaz Kadran onun üzerinden kalktı.  Ne olduğunun farkında değillerdi masaya oturdular. O sırada birçok beyaz güvercin toprağın üzerine konmuş ve birleşmeye başlamışlardı. Bir ışık yayıldı, Kadran ve Panoz elleri yüzlerine kapattılar. Borla ise ışığa hiçbir tepki göstermedi eli kılıcında hazır bekliyordu.

Beyaz ışık sona erdiğinde bir insan bedeni ile karşılaştılar. Kadran ‘’Yine bulunduk’’ dedi. Borla sesli güldü.

 

‘’Kanatlarım var uçarım, gözlerim var görürüm ve kulaklarım var duyayım. Ben Güvercin Efsanesi Akasele’’ dedi. Panoz ‘’Büyük suikastçı!’’ diye haykırdı daha bir efsaneye alışamadan ikincisini görmesi ile şok geçirdi. Robando’yu da görmüştü fakat o zaman kim olduğunu bilmiyordu. Geriye doğru düştü. Borla ayağa kalktı.

 

‘’Bunca yolu beni görmeye mi geldin?’’ diye sordu. Akasele gülümsedi. ‘’Beni kendin gibi sanıyorsun halen yaşlıyım ama senin gibi daha yürüyerek yol kat etmiyorum. İzini bulabildim yine yeteneklerim halen yerinde.’’ Dedi. Borla

 

‘’Sadede gel Akasele dövüşmek için mi geldin?’’ diye sordu. Akasele ‘’Tabi ki başka ne için olabilir?’’ dedi. Borla ‘’Geç otur Akasele’’ dedi. O sırada Kadran Panoz’u ayıltmıştı. Borla her iki çocuğu da yanına çağırdı. Bıçağı uzağa fırlattı. Çocuklar bıçağın nereye gittiğini görememişlerdi fakat sesini duymuşlardı. Her ikisinin de gözlerini bağladı. ‘’Şimdi bana o bıçağı getirin!’’ dedi ve masaya oturdu. Akasele ve Borla karşılıklı birbirlerine baktılar.

 

‘’Burada bir şeyler eksik’’ diye başladı. Borla ‘’Neyin eksik olduğunu bende biliyorum. ‘’ diye yanıtladı.  ‘’Krimordan bir çocuk kurtardığını duydum. Kurtardığın her çocuğu yetiştirmeye başladıysan orduyu yeniden kuracaksın demektir’’ dedi. Borla ‘’Belki de’’ diye yanıtladı. Akasele çocuklara baktı. Panoz ve Kadran yan yana giderken Panoz onu kolundan tutup başka yöne çekip dengesini bozdu sonra da hızlıca yumruk atıp onu yere yığdı. Yoluna devam etti adımları ağırdı. Kadran sinirliydi ayağa kalktı yoluna devam etmeden önce yönünü bilmesi gerekliydi. Nereye gitmeliydi ona göre hareket etmeliydi. Kendisine yön tayın edip o yöne doğru yürümeye başladı. Borla

 

‘’Yere düşen benim oğlum. Kendisinden emin bir şekilde ilerleyen ve bıçağı bulacak kişi de Panoz. Her ikisi de dünyanın en iyi kılıç ustası olacak’’ dedi. Akasele ‘’Bu mevki sadece bir kişiye ait yani bizim gibi olacaklar’’ dedi. Panoz ‘’Buldum!’’ diye bağırdı ve gözlerini açtı. O sırada Kadran’da açmıştı sinirli şekilde elini yumruk yapmıştı. Panoz Borla’ya gelirken Kadran Panoz’a ilerliyordu. Borla

 

‘’Kadran sen eve git ve benim gelmemi bekle’’ dedi. Kadran ona vurmak istiyordu fakat kendisine verilen emir doğrultusunda çaresiz ama sinirli evin yolunu tuttu. Panoz bıçağı Borla’ya verdi. Borla ‘’Otur Panoz’’ diye emir verdi. Borla ‘’Bundan böyle Panoz’u sana emanet ediyorum. ‘’ dedi.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 38 Bölüm

Kelime Sayısı:785

38 Bölüm

 

Ormanın Sahibi

 

Borla çocuklarla vedalaştıktan sonra kılıçlarını yanına almıştı. Belinde bir kılıç sırtında kaderin kılıcını taşıyordu. Ormanın içine girdi bu ormanı iyi bilirdi başı boş bir orman değildi. Ormanın içinde ilerlediğinde takip edildiğini anlamıştı. Ağaçtan uçarak yanından geçen cadı diğer ağaca geçmişti. ‘’Yabancı buralar bize ait geri git yoluna’’ dedi. ‘’Artık buralar bana ait.  İtirazı olan kılıcımın tadına bakacak’’ dedi. Cadı uçarak ona hızlıca saldırmayı denedi. Borla kılıcını çekip kafasını gövdesinden ayırdı. Biraz bekledi karşılık gelmeyince yoluna devam etti.  Ağaçların tepesinden hızlıca cadılar inmeye başlayınca Borla ikisine yüzünü döndü ve kılıcını havaya savurdu. İki cadı ölürken Borla’nın üzerine cadılar halen gelmekteydi. Kılıcını yere sapladı ve toprak rüzgarla havalanıp kalktı. Cadılar her biri bir tarafa dağılırken bazıları kalkmaya fırsat bulamadan Borla tarafından boğazları kesilmişti. Cadılar son yıllarda bu kadar cadı kaybettiklerini hiç olmamıştı.

 

‘’Sen kimsin yabancı?’’ diye sordular. Borla ‘’Yıllar önce Karanlığın Ordusu yenildiğinde bu ormanı Borla cadılara bırakmıştı. Tarnova İmparatorluğunun mülkün sahibi geri döndü. Size verdiğim ormanı geri almaya geldim.’’ Dedi. Cadılar ağaçlarda kendilerini göstermeye başlamıştı. Çalılıklara saklananlarda kendilerini göstermişti.  ‘’Sen kimsin yabancı bu mülkün sahibi çoktan öldü. ‘’ dediklerinde Borla sırtındaki kaderin kılıcı çıkardı ve onlara gösterdi. ‘’Aranızda yaşı olmuş olanlar bu kılıcı iyi bilirler o mülkün sahibi benim.’’ Dedi. Kılıca baktılar ve hatırlayan başta çıkmasa bile saldırıya geçmediler. Borla biraz daha bekledi onlar saldırmadığı sürece saldırmayacaktı. Cadılardan birisi ‘’Borla’’ dedi. ‘’O Borla!’’ diye sözlerini yüksek sesle tekrarladı. Nereden geldiği belli olmayan ama uzaklardan gelen ses.

 

‘’Bizden ne istiyorsun?’’ diye sordu. Borla ‘’Yıllar önce size devrettiğim bu ormanı bana tekrar bırakmanızı eğer kabul etmezseniz burada yaşayan cadıları öldürürüm. Bana ait olanı geri almaya geldim ve kararlıyım.’’ Dedi.  Cadılar birbirlerine baktılar. Büyük Cadılar kendilerini göstermişlerdi onlar diğerleri gibi ağaç tepelerinde saklanmamışlar yerdeydiler. ‘’Nereye gideceğiz Büyük İmparator?’’ diye sordu. Borla ‘’Tarnova topraklarından uzak durun yeter nereye gideceğiz beni ilgilendirmiyor sizi burayı terk etmeniz için süre vermeyeceğim ya şimdi terk edin ya da ölün. Burayı size verirken size söylediğim sözleri hatırlıyor musunuz?’’ diye sordu. Büyük cadılar birbirlerine baktılar. O sözleri iyi hatırlıyorlardı.

 

‘’Bir gün geri almak için geldiğinde tereddüt etmeksizin buradan çıkacaktık. ‘’ dedi. Borla ‘’Başka şeylerde söyledim ama en önemlilerinden bir tanesi buydu.’’ Diye cevap verdi. Büyük cadılar birbirlerine baktılar. ‘’O gün sadece bizdik ama şu anda bizim dışımızda 100 cadı var. Direnelim’’ dedi. Diğer cadı. ‘’Bu yanlış karşımızda kim olduğunu unutmayalım. Bir köye yeten bir cadı bile bu adamın elinde ölüm gittiler. Bu adam Krimor’u yok etti. Morhamam da kraliçeyi öldürdü ve şu anda bizi yok edebilir bu yaşta bile bunları yapabilecek gücü var. ‘’ dedi. ‘’O haklı. O karşımıza alırsak büyük hata yapmış oluruz hem onun sayesinde nüfusumuz bayağı arttı. ‘’ dedi. ‘’Çekileceğiz!’’ diye mırıldandı aralarında en yaşlı olanı.

 

‘’Senden sadece iki saat istiyorum. Bu süre içinde ormanı terk edeceğiz’’ diye bağırdı. Borla ‘’Kabul ediyorum burada sizin terk etmenizi bekleyeceğim. Bir yanlışınız olursa kökünüzü kuruturum beni iyi bilirsiniz.’’ Dedi. Cadılar ormanı terk etmeyi hazırlanırken Borla kendisini için güvenli bir yer seçip beklemeye koyuldu.

 

 

Cadılar tamamen ormanı boşalttığında Borla’ya geri dönüp çocukların yanına gitti. O yokken birbirleri ile didişmemişlerdi ama didişmek üzere olduklarında karşılarında Borla’yı görmüşlerdi. Panoz ‘’Havada uçan ucubeler gördük’’ diye söyledi. Kadran ‘’Onları sen mi kovdun yoksa?’’ diye soru sordu. ‘’Evet onları ben gönderdim burası bizim ormanımız olacak eğitimleriniz burada devam edecek. Bu gece burada kaldıktan sonra ormanın içinde ev yapıp artık ormanın içinde yaşayacağız’’ dedi. Çocuklar sevinmişti sürekli yollarda olmaktan maceradan maceraya koşmaktan yorulmuşlardı. Geçen zaman içerisinde hiç büyük olay yaşamamışlardı. Borla en son gemi olayından sonra dünyada ne olup bittiğini öğrenmek istiyordu bunu yapması için ormana en yakın köy olan Ebukhazef’e gitmeyi uygun buldu. Şimdi zamanı değildi ayrıca bu köy Kadran’ın doğduğu köydü 7 yıl önceki olaylardan sonra köyün durumunu merak etmiyor değildi.

 

 

Sabah olduğunda ilk kalkan yine Borla’idi. Çocukları kaldırmıştı, onlar her sabah olduğu gibi gönülsüz kalkmışlardı. Bu sabah diğer sabahlardan farklı olacağı belliydi. Borla çocuklar ile ormana girmişti. Her biri elinde balta taşıyordu. Borla ‘’Bugün çok yorucu bir gün olacaktı. Kadran göster bakalım odunculuk marifetlerini hangi ağaçlar kesilecek belirle Panoz sende kurumuş dallar topla. ‘’ dedi. Borla çocukları geride bırakırken Kadran ‘’Sen nereye gidiyorsun?’’ diye sordu. Borla sırıttı bir şey söylemeden yoluna devam etti onları baş başa bıraktı. Panoz

 

‘’İki aydır sizinleyim ama halen Efendi Borla’yı bu suskunluğunu anlayamadım.’’ Dedi. Kadran ‘’Kesin bir bildiği veya yapacağı vardır. ‘’ dedi. Panoz ‘’Sende ona benzemeye başladın.’’ Dedi. Kadran sırıttı ‘’Kurtla yaşayan ulumasını öğrenir’’ dedi. Panoz daha bir şey söylemedi ve kendisine verilen görevi yapmaya başladı. Kadran ağaçlara bakmaya başlamıştı. Onlara etrafında dolaşırken baltasını saklamıştı. Eski Ormancılar baltasını ağaçlardan sakladığını üvey babasından duymuştu. Ağaçlara dokunuyor yaşları hakkında ve sertliği hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu. Elinde küçük bıçakta ağacın kurumuş gövde parçalarını eşeleyip sertliği ve yaşlılığı hakkında bilgi edinebiliyordu. Üstlerine bakıp dalları hakkında bilgi sahibi olmak istiyordu. Ağaçlar çok yüksekti.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 4 Yorum

Son Serament 5 Bölüm[Final]

Kelime Sayısı:597

5 Bölüm

 

Sıra Bende

 

Ayça onun söylediklerini ile beyninden vurulmuşa dönmüştü. İnsanlığın sona ermekte olduğunu zannediyordu. İnsanlar başka gezegenlere gitmenin yolunu bulmuşlar veya hayatlarını eskiden daha zor bir şekilde de olsa devam ettirmeye çalışıyorlardı. Sekiz bin gümüş lafı kısa sürede kasabaya yayılmış, peşlerine düşenlerin sayısı her geçen dakika katlanarak artıyordu.  Adam onu çoktan kasabanın dışarısına çıkarmıştı, soğuk hava sahasına doğru ilerliyorlardı. Bir ara arkasına dönüp baktığında Ayça’yı iyice süzdü, üzerinde kışlık kıyafetinin olmadığının farkına varmıştı.  Bu şekilde soğuk hava sahasına doğru gidemezdi. Uzakta bina gördüğünde Ayça’ya onu gösterdi ‘’Oraya gideceğiz’’ dediği sırada arkasından silah sesleri duyulmaya başlamış sırtından vurulmuştu. Mermi sırtını delip içeriye kalmıştı. Ayça çığlık atmıştı. Adam onu saklanabileceği yere kolundan tutup çekti sırtını taşa dayadı. Ayça ile adam göz göze gelmiş Ayça yaraya bakmak için elini uzattığında adam onun bileğinden yakalamıştı. ‘’Önemli değil’’ dedi.  Adam arkasını döndü belinde ki tabancayı çıkardı.

 

‘’Binaya doğru koş peşinden geleceğim’’ dedi. Ayça saklandığı yerden çıkıp koşmaya başladı. Adam silahı ile karanlığa silahların patladığı yere doğru ateş etti. Karanlık olmasına rağmen bir adam can çekişerek yere yığıldı. Diğerleri kendilerine saklanacak yer buldu, ayağa kalktı karanlık olmasına rağmen geriye doğru yürümeye başladı. Onlar nerede olduğunu bilmiyordu atılan mermi ile onların yeri tespit edebilir kendisinin yeri bilinebilirdi. Öl veya öldür. Ateş edildiğinde onlardan birisini yerini saptamış nişan alıp mermisini ateşin geldiği yöne doğru yolladığı an kendini yere atmıştı. Birkaç saniyede birçok mermi üzerinden vızıldayarak geçti. Arkasına baktığında Ayça’nın çok uzaklarda olduğunu görmüştü onun vurulup vurulmadığı sadece orada gittiğinde anlayabilirdi. Mermilerden bir kaçı onun olduğu yere doğru gitmişti. Ayağa kalktı ve geriye doğru kaçmaya başladı, mermilerden hiç biri ona isabet etmemişti. Bina’nın içerisine girdi, Ayça içeride onu bekliyordu yaşadığını görünce sevinmişti. O sırada mermiler binaya isabet etmeye başlamıştı. Ayça kendine bir yer bulup saklandı, Adam ona saklanmasını söylemeden saklanmayı öğrenmişti. İçeriye bir kapı açılmıştı, görünürde kapı görmüyordu. Çatısında delikler olan binada ay ışığı vuruyor fakat loş bir ışık sağlıyordu. Adam bir adım daha ileriye attı ateş edildi ardından birkaç el daha ateş edildi. Mermiler ona isabet etmesi ile kendine duvara yanlayarak yere düşerken gördü.  Ayça zamanında ağzını kapatmıştı, karanlığın içinden çıkan adam ona yüzünü gösterdi, yanına yaklaştı ve aşağıya eğildi. Birbirlerine çok yakından bakıyorlardı.

 

‘’Kız nerede?’’ diye sordu. ‘’Ona binaya kaçmasını söylemiştim bulamıyorsan yapabileceğim bir şey yok’’ dedi. Adam elinde ki silahı alıp mermileri boşalttı, silahı ve kalan mermileri farklı yönlere attı, ayağa kalktı. ‘’Onun nerede saklandığı biliyorum sadece senin söylemeni istemiştim’’ dedi. Arkasını döndü ve Ayça’yı saklandığı yerden çıkardı. Ayça onunla gelmek istemiyordu fakat bir erkeğin gücüne ne kadar dayanabilirdi ki? Adam elini beline attı, gizlemiş olduğu bıçağı çıkarttı gibi diğerinin sırtına fırlattı. Adam Ayça’yı bir anlığına bırakmak arkasına dönmek istemişti, Ayça onu itti ve yere düştü. Adam silahına yöneldiği sırada Ayça adamın eline tekmeledi ve elinden çıkan silahı diğeri yakalamış beklenmeden kafasına kurşunu sıkmıştı. Ayça kendisini kurtaranın yanına geldi. Adam cebinden bir saat çıkartıp ona uzattı. Ayça ne olduğunu anlamadan saati aldı ve koluna taktı. Sormak aklına bile gelmemiş biraz önce yaşanmış olayın etkisi altında kalmıştı.

 

‘’Bu saat seni son Seramentin olduğu yer dış dünyada yaşamak istiyorsan ona ulaşmalısın’’ dedi ve devam etti. ‘’Saat seni onun olduğu yere götürecek’’ diye sözlerini bitirdi. Ayça ayağa kalkmadan önce onu kaldırmak istedi fakat Adam onu tersledi.

 

‘’Bundan sonra yoluna bensiz devam et’’ dedi. Ayça başını sallayarak onaylamıştı, adamın göğsünde üç adet delik vardı. Onun ne kadar dayanacağını kestirmek zordu. Ayça ayağa kalktı ve yürümeye başladığı sırada binaya kaçarken mermilerden bir tanesi sırtını sıyırıp geçmişti. Arkasına döndü

 

‘’Başaracağım’’ dedi ve karanlığın içerisinde kaybolup gitti Adam elinde ki ile saklanacak bir yer aradı geleni indirecekti yerde ki silahını ve mermileri aldı onlara da ihtiyaç duyacaktı.

 

SON

Son Serament kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın