Son Serament 4 Bölüm

Kelime Sayısı:923

4 Bölüm

 

Bir Avuç Gümüş İçin

 

İçeriye girip girmemek arasında tereddütte kalmıştı. Biraz düşündükten sonra kapıları ardına kadar araladı ve içeriye girdi. İçeride dört kişi vardı. Genelde buraya takılanların hepsi o akşam oradaydı. Adam hiç birine bakmadan doğrudan tezgâha doğru yürüdü. O sırada barmen içeriye gitmişti. Girişte masanın başında iki kişi içkisini içerken Adam’ın sırtında ki kıza bakmışlardı. Adam’ın getirdiği ganimetin iyi olduğunu kızın kıyafetlerinden anlamıştı. Diğer adam bir ölü bir kadını zincire bağlamış tecavüz ediyordu. Adam bir ara vermiş ona sadece göz gezdirmiş sonra kaldığı yerden devam etmişti. Yeniden karşısında bağlamış olduğu ölü kadına yönelmişti. Kadınların fazla olmadığı bir yerde ölülerine bile artık rahat verilmiyordu. Onların sayıları fazla olduğu yerler hakkında bu kasabada ki kimsenin bilgisi yoktu. İnsanlar kasaba dışının çok tehlikeli olduğunun farkındaydı o yüzden dış dünyaya açılmak fikrinden gözü pek katilleri bile korkutmaya yetiyordu. Adam kadını sandalye ’ye otururken arkadan elbisesi kanlı bir adam geldi ve ‘’Hoş geldin dedi. Adam kadını gösterdi. ‘’Bakire olup olmadığına bir bak ona göre köle pazarında satacağım’’ dedi. Kanlı elbiseli adam güçlü kolları ile kızı sırtına attı ve içeriye götürdü. Barmen o sırada bir bardak koydu önüne.

 

‘’Ne içersin bugün?’’ diye sordu. Adam

 

‘’Varsa temiz su’’ diye yanıt verdi. Barmen yüzünü ekşitti temiz suları yoktu az radyasyonlu suları vardı fakat karşısında ki adamın ondan içmeyeceğini iyi biliyordu. Bir şey söylemeden adamın önüne koyduğu bardağı aldı.  Sakince masasına oturmuş sonuçları beklerken içeriden bir bağırtı koptu ve Ayça odadan dışarıya koşarak çıkarken adam belinden kavradı. Ayça bağırdı,

 

‘’Bırak beni dış Dünya’yı görmek istiyorum bana dış dünyayı gösterecek kişi zengin mahallesinde ki babamın kasasının şifresini vereceğim. Kasada sekiz bin gümüş var’’ dediğinde barda sessizlik olmuştu. O sırada bar kapısından içeriye yeni bir adam girmiş eli silahında yürümeye başlamıştı, köşeye kadar gelip masanın önünde durdu. Sırıtarak

 

‘’Sekiz bin gümüş iyi ganimet’’ dedi ve elini silahına yakınlaştırdı. Ölü kadına tecavüz eden Kemal’di her zaman ölü kadınları tercih ederdi, pantolonunu yukarıya çekti şimdi birazdan olacakları izleyecekti. Sırtında ufak kılıçları vardı. Girişte ki iki adam ellerine makineli tüfeklerini almıştı. Barmen belinde ki Avcı bıçağını çıkardı. İçeride Ayça’ya bakan adam hiç çıkmamıştı. Adam Ayça’yı bıraktı. Ayça öylece ayakta kalmıştı, Adam

 

‘’Kendine saklanacak bir yer bul yoksa dış Dünya’yı görmeden öleceksin’’ dedi. Barmen o sırada içeriye yeni giren adama baktı.

 

‘’Belinde ki silahta 6 mermi var. Kişi başına bir mermi düşüyor.’’ Dedi. Adam sırıttı elini havaya kaldırıp parmağı ile hayır işareti yaptı.

 

‘’Herkese bir mermi düşüyor kalan mermileri diğerleri için saklıyorum’’ dedi. Girişte ki iki adam hızlıca ayağa kalktı, masayı devirdi. Bar’a son giren adam uçarak diğer masaya zıplarken attığı kurşun iki adamdan birisine isabet etti. Barmen avcı bıçağını Kemal’e fırlattı, bıçak onun boğazına saplanmış Kemal dönerek yere düşmüştü. O sırada Ayça’yı alan adam arkasına dönüp Barmeni öldürdü. Tek kalan makineli saklandığı yerden çıkıp adamın üzerine mermileri boşalttı. Tüm bunlar yaşanırken Ayça tezgâhın üzerinden diğer tarafa geçmişti. İçeriden çıkan adam silahı ile masayı taradı. Etrafta bir süre sessizlik olduğunda makineli tüfeği olan adam son mermisi ile adamı odadan dışarıya çıkan adamı vurmuş ve gözlerini kapatmıştı. Ayça silah sesleri duyduktan bir dakika sonra ayağa kalktı. Yaşayan olup olmadığını merak ediyordu. O sırada içeriye giren en son adam ayağa kalktı ve silahını ona doğrulttu. Ayça ondan korkmuştu birkaç adım geriledi. Adam

 

‘’Kaçacak bir yerin yok kadın. Seni dış dünyaya götüreceğim’’ dedi. Ayça yüzü bir anda değişmişti.

 

‘’Gerçekten mi?’’ diye sordu heyecanla. Adam başını sallayarak söylediklerini doğruladı. Adam ‘’şimdi çabuk olmalıyız haber duyulmadan sen dış dünyaya bende gümüşlerimin peşine düşmeliyim.’’ Dedi. Ayça onun peşine takılıp birlikte bardan dışarıya çıktılar. Gece karanlığında sokaklarda kimse kalmamıştı fakat ardı ardına patlayan silah sesleri leşleri toplamak için çoktan yola çıkmışlardı. Karanlık sokaklarda yürüselerdi izleri takip edilecekti, o yüzden hızlı olmalılardı. Adam son derece hızlı yürüyor Ayça onun hızına yetişmekte zorlanıyordu. Ara sıra dönüp arkasına baktığında Ayça’nın geriye kaldığını görünce onu bekliyor önüne katıp yürümeye devam ediyordu. Ayça dışarıya çıktığı ilk günde bu kadar macera yaşayacağını ummuyordu. Dış dünyada çok daha tehlikeli bir yer olduğunu anlamıştı. Verdiği kararda acele ettiğini düşünüyordu. Kimse ona dünyanın bu kadar gaddar olduğunu söylememişti, okuduğu kitapların hiç birince böyle bir şey yazmıyordu. Yazılanların hepsinin yalan olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. İnsanlar eskiden beri kitap okurlarmış dünya yok olmadan önce. O zamanda yalan yanlış yazarlarmış. Ayça kafasını yana çevirdiğinde adamın yüzüne bakma fırsatı bulmuştu. İlk kez onun suratına bakıyordu. Gür sakallarına beyazlar yüzmüş bir gözü yara yüzünden kapatılmıştı. Ayça ‘’Adın ne senin?’’ diye sordu. Adam ‘’Bu kadar önemli mi adım? Dış dünyada yollarımız ayrılacak’’ dediğinde. Ayça ‘’Olsun sen söyle beni dış Dünya’ya götüren adamın ismini bilmek isterim’’ dedi. İkisi birlikte sokağı döndüler. O sırada adam altı patların boş kovanını dışarıya çıkartıp yerine dolu mermi koyuyordu. Söze başladı.

 

‘’Mademki öğrenmek istiyorsun. Benim adım Ay Sakini. ‘’ dedi. Ayça daha önce böyle bir isim duymamıştı, belki dünya yok olmadan önce böyle isimler kullanılıyordu. Ay Sakini gökyüzünde ki Ay’ı gösterdi.

 

‘’İşte ben dünya yok olmadan önce orada arkadaşlarımla yaşardım’’ deyince Ayça

‘’Öyle ise sen uzaylısın hiçbir insan Ay’da yaşayamaz’’ dedi. Ay Sakini ona bakınca Ayça biraz daha sözlerini düzetti.

 

‘’Yani eskiden öyleydi’’ dedi. Ay Sakini

 

‘’Ben uzaylıda değilim insan da değilim. Ben oradayken insanlar yanımıza gelmeye çalışmıştı’’ dedi. Ayça heyecanlanarak

 

‘’Ne oldu? Ya da orada yaşam olduğuna dair insanlık hiçbir bulgu bulamadı. ‘’ dedi. Ay Sakini

 

‘’Ay olmasa zaten dünya olmazdı, ama insanlık Mars’ta da yaşam bulamadı. Neyse bu konular için çok geç. Ay yine beyaz gözüküyor fakat artık orada yaşayan insanlar var. Sen bunu bilmiyorsun ama dış dünyaya ulaştığında oraya gitmek için can atan insanlar var. Birçok gezegende artık İstasyonlar var. İnsanlar fırlatma rampalarını kullanarak İstasyonlara ulaşıyor. Kimi istasyonlar insanlık için son durak olurken kimileri umut ışığı oluyor. ‘’ dedi.

Son Serament kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Son Serament 3 Bölüm

Kelime Sayısı:611

3 Bölüm

 

İç dünya zenginleri korumaya altına alınmak için yapıldı. Dış dünya haydutlar, tecavüzcüler, katiller, deliler ve uzaylıların iç dünyaya girmesini engellemek için dışarıda bırakıldı.

 

Gözlerini güçlükle arayabildi. Kendini bir adama sımsıkı sarılmış bir şekilde buldu. Hava soğuktu adam ona baktığında Ayça ondan ürktü ve yanından uzaklaşmak istedi. Adam yüzü o kadar çirkin değildi fakat tanımadığı bir adama sımsıkı neden sarılmış olabileceği bilmiyordu. Adam elinin onun omzundan çekti.

 

‘’Uyandın demek dış dünyadayız. Buradan gitmen gerek’’ dedi. Adam onu bıraktığında Ayça ayağa kalkmış eline gelen sıcaklığa bakmıştı. Ellerine kan içindeydi, adamın göğsü kanıyordu. Ayça

 

‘’Ne oldu sana?’’ dedi. Adam

 

‘’Bunun bir önemi yok birkaç saat içinde her şeyi hatırlayacaksın. Buradan uzaklaş’’ dedi ve cebinden çıkartıp kâğıt parçasını ona uzattı. ‘’Buraya izleyebileceğin rota var onu takip et silahları al’’ dedi ve belindeki tabancayı önüne attı. Sırtında ki tüfeği güçlükle sırtından çıkartıp yere bıraktı.

 

‘’Bu rota seni yok olmuş kıtaya götürecek silahlar yaşaman için tek şansın. Bedenim başka bir yok olmuş kıta yolculuğunu kaldıramayacak durumda.’’ Dedi. Ayça yerden silahları aldı ve odadan dışarıya çıktı. Loş ışıklandırmalı koridorda gidebilecek başka yol yoktu. Koridor boyunca hiç ona yoktu. Sonu görünmeyen uzun bir koridor vardı.

 

Dış Dünya

 

Ayça gecenin karanlığında yol olmaya başlamıştı. Kontrol noktası görünmüyordu, geriye dönüş yoktu. Buraya gelirken yanına hiçbir şey almamıştı. Hâlbuki bu dünyana ayakta kalabilmek için mermi ve silaha ihtiyacı vardı. Kendini savunmayı öğrenmeden hayallerinin peşinden koşmuştu. Arkadaşlarının arkasından ne diyeceklerini tahmin edebiliyordu. ‘’Rahatlık kıçına battı sanki ne güzel oturuyordu burada.’’ Dediklerini duyar gibiydi. Yer yer yerleşim birimleri ve gecekondular görünmeye başlamıştı. Işıklandırma yok denecek kadar azdı. Asfalt yol yerini mıcır yoluna bırakmıştı. Yolda ilerlerken yanında bir karartı gördü.

 

‘’Nereye gidiyorsun?’’ diye sordu. Ayça karanlıkta ki karartıya hiçbir şey söylemedi bir adım geriye attı. Başını geriye çevirip geldiği yola baktı. Geri dönmek için uzun mesafe vardı. Kontrol noktasına kadar koşup kaçabileceğini düşündü. Geriye dönüp koşmaya başladı, henüz birkaç metre koşmuşken ayağına dolanan ip sayesinde yere düştü. Kaçmaya çalıştı fakat ayakları bağlanmıştı. Çözmeye çalıştı fakat başaramadı, adamın yanına gelişiyle bir anda ürktü fakat kaçamadı. Adam onun iki omzunu tuttu ve suratına baktı. Zengin kızların hep güzel olduklarını söylerlerdi, doğruydu. Karşısında iyi giyinmiş güzel bir zengin kızı vardı. Ayça adamın suratına baktığında gözlerini başka yere kaydırmıştı. Gözlerinin bir tanesi yoktu ve kanıyordu. Adamın gözlerinden bir tanesi yeni oyulmuştu. Adam başını aşağıya indirdi, kızın bacaklarına baktı, göğüsleri avuçladı ve yüzüne değdi.

 

‘’Bana iyi bir getirin olacak’’ dedi ve kızı ayağa kaldırıp omzuna attı. Ayça umutsuzca

 

‘’Bırak beni’’ dedi.  Adam cevap vermedi. Bir süre yürüdüler.

 

‘’Ailenden kaçman yanlış fikirdi. Üzerinde değerli bir şey var mı?’’ diye sordu. Ayça cevap vermedi çıkarken üzerine para bile almamıştı. Ne kadar salak olduğunu yeni yeni anlıyordu. Adam

 

‘’Değerli tek şeyin bedenin sanırım. Seni iyi fiyata satabilirim. Veya bana değerli şeyler verirsen seni bırakabilirim. ‘’ dedi. Ayça cevap vermedi. Üzerinde kendisinden başka değerli bir şey olmadığını iyi biliyordu. Adam daha fazla üstelemedi. Hiçbir kız kendisinin satılmasını istemezdi ve bunun olmaması için elinden geleni yapardı. Ama elinde bir şey yoksa yapacağında bir şey olmayacaktı, olamazdı da. Adam

 

‘’Eğer olsaydı’’ diyerek söze başladı, yürümeye devam ediyordu. Ayça adamın omzuna hiç vurmamıştı. Okuduğu kitaplarda kaçırılma sahnelerin hepsinde kızlar vururdu ama değişen hiçbir şey olmazdı. Sonunda adam yine istediğini yapardı. Adamın sırtına hiç vurmadı, ayaklarını ile onu hiç tekmelemedi. Yapsa bile ondan kaçamayacağını biliyordu. Şehrin merkezine yaklaşmışlardı. Adam ana yoldan saptı. Dışarıdan görülürse yakalamış olduğu kıza ortam çıkabilirdi. Gecenin karanlığında ölü ceset taşıdığını düşünen olsa bile cesetler bile değerliydi dış dünyada. Gümüş için yapılmayacak, aşılmayacak hiçbir iş yoktu. Yeter ki yeteneklerin el versin. Gecekonduların arasında dolaşırken barlar sokağına girdi. Sokakta fazla insan yoktu bu saatlerde olanlarda gözlerini adama ve sırtında ki taşıdığı Ayça’ya dikmişti. Her zaman takıldığı mekanına gitti kapısının önünde içeriye girmeden önce durdu.

 

Son Serament kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Son Serament 2 Bölüm

Kelime Sayısı:797

2 Bölüm

Dünya eskiden de iyi bir yer değildi, o zamanlar sadece kendimizi avuturduk şimdi eskiden de daha kötü bir yer kendimizi avunduracak veya unutturacak yeni şeyler keşfetmeliyiz.

 

Bazen dünya’nın kafası yerinde değildi,eskiden de öyleymiş kitaplar bunu doğruluyor. Kendisi odaya kapatmıştı,dışarıdan ona yemek getirmek isteyenler kapıyı açamadı. Bir ihtimal buradan çıkmak istiyordu. Sabahleyin hizmetçilerin odanın kapısını açamaması üzerinden bir saat geçmişti, henüz kapıyı açma girişiminde bulunmamışlardı. Ailesi onu ölüme terk edecekti, bunu son ana kadar bilemeyecekti. Tek çare beklemekti, kapı açıldığında çıkabileceği bir kapı vardı, dolayısı ile içeriye girenleri atlatmak ve dışarıya çıkmak istiyordu. Yanına alabileceği hiçbir şey yoktu, körü körüne dış dünyaya açılmak istiyordu. Babasının kendisi için aldığı ve babasından gizli aldığı kitapların hepsini bitirmişti. Dolabın yanına geçip beklemeye başladı. Ellerini dizlerine kavuşturmuş yerde oturuyordu. Giderken yanına hiçbir şey almayı düşünmüyordu.

Uzunca bir süre beklemiş, açıkmış ve uykusu gelmeye başlamıştı. Gözleri yorgunluktan dalarken kapı zorlanmıştı. Kafasını dizlerinin üzerinden kaldırdı ve sesi dinledi. Kapı ikinci ve daha güçlü bir şekilde yoklanmıştı. İçeriye girmeye karar vermişlerdi. Aklında her şeyi hazırlamıştı. Hazırladıklarını kafasında tekrar gözden geçirdi, hiçbir detay atlanmamış ve unutulmamıştı. Planının başarılı olması için biraz şans ve zamanlama gerekliydi. Hayatında ilk kez böyle bir işe kalkışacağı için heyecanlıydı. Kapıya her vurulduğunda heyecanı artıyordu. Kapı kırılmış ve dolap yere devrilmişti. Dizlerini iyice göğsüne doğru yaklaştırmıştı. İçeriye girdiklerinde odanın boş olduğu yere bir sıvı döküldüğünü görmüşlerdi. Ayça ayağa kalkmadan önceki son derin nefesini aldı. Ayağa kalktığında saklandığı dolabın üzerinde bulunan mumluğu eline geçirip daha önce yere döktüğü gaz yağının üzerine attı. Dolabın üzerine çıkarak hızlandı. Babasının adamları kafalarını arkaya çevirirken önlerin alev almaya başlamış ve ateşler onların etrafını sarmıştı. Odadan dışarıya çıktığında iki hizmetçi ellerinde ki tepsiyi düşürmüşlerdi. Ayça aşağıya eğilip tostan bir parça aldı ve gerisini fırlattı. Merdivenlerden aşağıya inmek onu yavaşlatacağı için korkuluğun üzerine oturdu ve kendini aşağıya bıraktı. Hızla aşağıya inerken Babasının korumaları onu yakalamak istiyordu. Ayça kendini aşağıya bıraktı ve yere düştü. Yüksekten düşmemiş ve bir yeri incinmemişti, kapıyı açarken babası

 

‘’Dışarıda hayatta kalma gibi bir olacağın yok. Sen buraya aitsin’’ dedi sakince. Ayça son bir kez babasının yüzüne baktı. Her zamanki rahat yüz ifadesinin altında tedirginlik hissetmişti. Kapıyı açtı ve ışık yüzüne vurmuştu. Elini gözlerine tuttu, güneşin verdiği bir ışık değildi lambalardan yansıyan ışıktı. İçerideyken gece gündüz döngüsünü göremiyordu. Okuduğu kitaplarda dünyanın bazı yerlerinde gece gündüz döngüsünün artık yaşanmadığı ve güneşin hiç vurmadığı yerlerden bahsediyorlardı. Gerçek olup olmayacağını çok düşünmüştü. Gözleri birkaç saniyede ışığa alışmış ve koşarak avluyu geçip dış kapıya gelmişlerdi. Dış kapıda iki koruma vardı. Onları nasıl geçeceğini düşünürken bir tanesi elini belinde ki telsize attı. Ayça çok korkmuştu kendisinin öldürecek diye. Telsiz ’in diğer ucunda ki babasıydı, ona bir şeyler söyledikten sonra her iki koruma yana açılıp bir tanesi kapıyı açtı. Ayça göz ucu ile korumalara baktı ve dışarıya çıktı. Kapıdan uzaklaştı, yolun ortasında durdu. Arkasına dönüp bıraktığı eve son bir kez bakmak isterken kapılar yüzüne kapatılmıştı. Geride kitaplarını, elbiseleri artık doğru dürüst işe yaramayan bilgisayar sürekli valinin işlerinin propagandasını yapan radyosu geride kalmıştı.

Gece kendini gösteriyordu, bulunduğu sokaklar boştu, çoğu yerde ışıklandırma yoktu. Karanlıkla yürürken bir elini koca evlerin duvarlarına sürtüyordu. Işıklandırmalar azalırken zengin mahallesinin sonuna doğru yaklaştığını anlamıştı. Mahallenin girişinde ki kontrol noktasını görebiliyordu. Birkaç asker orada nöbet tutuyordu zenginler rahatsız edilmesin diye. Ayça ilerledi. Dışarıdan içeriye bin bir türlü zorluk çekilirken içeriden dışarıya çıkmak çok kolaydı. İnsanlar başka bir insanın ölmesini çok istiyorlardı fakat etrafta uzaylılar varken bunu istemek niyeydi? Ayça bunu anlamıyordu. Uzun zamandır onlar ile birlikte yaşıyorlardı fakat hiçbir zaman anlaşamamışlardı. Onların halen konuşamadığı söyleyen zenginlerle konuşmuştu. Bir zamanlar dünyanın tamamını işgal eden insanları yaşadıkları evrende azınlık durumuna getiren uzaylıların konuşamamalı kendisine bu sözleri duyduğu andan itibaren garip gelmişti.

Askerler onun geldiğini fark edince ona doğru baktılar ve kim olduğunu sordular. Ayça babasının ismini verdiğinde ona doğrulttukları silahları indirdiler. Birkaç adım attığında kapının önüne geldi. Ayça

 

‘’Dışarıya çıkmak istiyorum’’ dedi. Askerlerden bir tanesi kulübeden talimatı almıştı. Babasının şimdiye kadar problem çıkarmamasına şaşırmıştı. Babası hayır derse dışarıya çıkamazdı. Asker Ayça’nın yanına geldi.

 

‘’Dışarısı çok tehlikeli çıkmak istediğine emin misin?’’ diye sordu. Diğer asker

 

‘’Dışarısı hiç düşündüğün gibi bir yer değil sana göre hiç değil ama kararı sen vereceksin dışarıda bir yerde dar bir sokakta ölebilirsin veya daha kötüsü de başına gelebilir. Ölmekten beter olabilirsin’’ dedi. Ayça yutkundu dış dünyayı görmek, dünyanın karanlık tarafına gitmek ve yok olmuş kıtayı görmek istiyordu, kararlı bir şekilde.

 

‘’Gitmek istiyorum’’ dedi. Askerler fazla zorlamadılar gereken her şeyi ona söylemişlerdi. Buna rağmen dışarıya çıkmak çılgınlıktı. Kapı açıldı ve Ayça dış Dünya’ya ilk adımını attı. Bu sefer arkasına bakmadan yürüdü. Askerler o uzaklaşana kadar kapıyı kapatmadılar bazı zengin çocukları biraz yürüdükten sonra geri döndüklerini biliyorlardı. Ayça’yı göremediklerinde artık geri dönmeyeceğini anlayıp kapıyı kapattılar. Ayça arkasında kapanan son kapının sesi derinden gelmişti. Elinde hiçbir şeyi yokken bu dünyada nasıl hayatta kalabilirdi? Dışarıya adım attığında aklına ilk gelen soruydu ve kendi kendine sorduğu bu soruya cevap veremedi.

Son Serament kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 37 Bölüm

Kelime Sayısı:736

37 Bölüm

 

Gemi II

 

Borla etrafında kim varsa öldürüyordu. Biraz önce birbirleri ile savaşan iki taraf artık birbirlerine sırtını dayamış Borla’ya karşı savaşıyordu. Panoz ‘’Baban çok güçlü bende dünyanın en güçlü kılıç ustası olacağım’’ dediğinde Kadran sinirlenmişti ve Panoz’a baktı. Neden sinirlendiğini o da tam olarak bilmese de ‘’Hayır ben olacağım!’’ Dünyanın en güçlü kılıç ustası ben olacağım çünkü babam şey yani o adam dünyanın en kılıç ustası.’’ Dediğinde Borla’nın kendi babası olmadığını aklına gelmişti. Gerçek babasının kim olduğunu bilmiyordu Üvey babası hayatı boyunca kılıç bile tuttuğunu sanmıyordu.  Borla herkesi öldürdüğünde karşısında iki kaptan kalmıştı. ‘’Kılıçlarınızı bana verirseniz kader size adalet eder.’’ Dedi.  Kaptanlar kılıçlarını daha sıkı tuttu.  Kaptanların elinde kılıçlar sars kılıçlarıydı.

Borla ani saldırıya geçtiğinde ikisi de istem dışı onu durdurmayı başarmıştı. Borla geri çekilip yerden bir kılıç daha aldı. İki kılıca iki kişi düşmüştü. Her iki Kaptan da aynı anda saldırıya geçmişti. Borla da ileriye atıldı ve hızlıca bir tanesinin kafasını kesip diğerinin arkasına geçti.

 

‘’Bir düşmanın kafasını kesip başka düşmanına yolla ki acımasızlığın diyardan diyara yayılsın’’ dedi. Kafasını kesilmiş korsanın kafası diğer korsanın ayağına düşmüştü. Kaptan geriye dönü ve saldırıya geçti. Borla sadece saldırıyı savuşturdu. Saldırma sırasının Borla’ya geçmesine izin vermek istemiyordu. Kaptan kılıcını onun kalbine saplamak istedi fakat Borla onun kılıcına vurduğu gibi yere düşürmüştü ve hiç bekletmeden onu öldürdü. Gökyüzüne baktı havada kartallar dolaşıyordu. Bir den fazla kartalın grup halinde dolaşması iyi sayılmazdı. Kaderin kılıcını hazır etme zamanı gelmişti. Borla ‘’Buraya gelin!’’ diye bağırdı. Çocuklar zaten güverteye gelmek zorunda kalmışlardı suların henüz doldurmaya başlamadığı tek yer güverteydi ve o da hızlıca su almaya başlamıştı. Borla ve çocuklar merdivene çıkıp dümenin olduğu yere geçtiler. Gökyüzün de uçan kartal geminin üstüne inmişti. İnsana dönüşürken çocuklar hayret ve korku ile bakıyorlardı. Borla’da herhangi bir tepki yoktu.

 

‘’Çocuğunu almak için geri döndüğünü öğrendim bir tane diye biliyordum.’’ Deyince ‘’Bir tane evlat’’ dedi ve elini Kadran’ın omzuna attı. ‘’Neden buradasın evlat?’’ diye sordu. ‘’Burada neden olduğumun bir önemi yok baba Okyanus Efsanesi Askala buraya doğru yola çıktı sizi buradan götürmeliyim’’ dedi. Borla ‘’Evlat Robando bzr başımızın çaresine bakarız’’ dediğinde Robando güldü.

 

‘’Akasele de buraya doğru geliyor desem’’ dediğinde Borla’nın yüzü değişmişti. Robando’nun bile kendisiyle savaşıp savaşmayacağı meçhul ile Askala ve Akasele’nin buraya doğru gelmesi en son isteyeceği şeydi. Borla ‘’Onların buraya geliş amaçları belli peki sen evlat. Sende buraya ölmek için mi geldin?’’ diye sordu.  Robando onun yaşına rağmen halen iddialı konuşmaları hoşuna gidiyordu. Karanlığın ordusu yenildiğinde sadece 12 yaşındaydı, aradan geçen bunca zaman sonra efsane olmuştu. Bunda en büyük payı Borla idi. Savaştan önce Borla tarafından eğitilmesi savaştan sonra Karanlığın ordusunun dağılması efsane olma yolu açılmıştı. Bir zamanlar Karanlığın ordusunda olmasaydı, dünyaya korku salan Ölüm akıncılarını kuramayacaktı. Borla

 

‘’Sana neden güveneyim?’’ diye sordu. ‘’Robando gerçek niyetini söyle dövüşmek için ne yeri ne zamanı illa da dövüşmek istiyorsan seni denize gömerim. Senin gibi eğittiğim birçok kişiyi öldürdüm.’’ Deyince Robando gülmüştü.

 

‘’Buraya senin için gelmedim mademki buradasın sana yardımım dokunsun üzerindeki emeklerini silip atamam. Belki eskisi gibi bir baba oğul olamayabiliriz fakat bu iyilik teklifimi kabul et. Sizi en yakın kara parçasına ulaştırayım. ‘’ dedi. Gemi tamamen suya gömülmek üzereydi ayaklarına kadar su varmıştı. Borla başı ile onayladı. Robando gülümsedi ve yukarıdan büyük kartal indi. Borla ve çocuklar o kartalın üzerine çıktılar. Çocuklar sıkıca tutundu ve kartal havalanmaya başladı. Kartal uçarken Robando’da kartal olmuştu.

 

‘’Nereye gidiyorsanız götüreceğim. ‘’ dedi. Borla ‘’Bizi en yakın kara parçasına ulaştır yeter gerisini ben hallederim. ‘’ dedi. Robando ve Kartalları onları kısa sürede en yakın kara parçasına ulaştırdı ve yere bıraktı.  Borla ve çocuklar kartalın üzerinden inince Robando gözlerini çocuklar üzerine dikti.  ‘’Seni gideceğin yere bırakabilirdim burada başkaları seni fark edebilir. Borla

 

‘’Onları yolculuğa ve yollara alıştırmalıyım.’’ Dedi ve çocukları alarak Robando dan uzaklaşmaya başladı. Kadran ‘’O senin gerçek oğlun mu?’’ diye sordu. Borla ‘’Benim gerçek bir çocuğum yok evlat alıp eğittiklerimi evlat edindim tıpkı sana yaptığım gibi. ‘’ dedi.

 

2 Ay Sonra

 

Tarnova Topraklarında Bir Yer

 

Uzun ve çetrefilli süren yolculuğun sonuna gelinmişlerdi. Artık Tarnova sınırlarının içerisindelerdi. Ormana yakın bir yere kamp kurmuşlardı. Borla kılıcını bileyleyken Kadran ateşi harlıyordu. Panoz ise geyiği çeviriyordu. Aralarında yapılan iş bölümleri harika olmasına rağmen Panoz halen babasını unutamamış ara sıra Kadran’ı boğazlamakla meşgul oluyordu her ikisinin kavgası Borla’nın tokatları ile son buluyor birkaç gün yüzleri uyuşuk dolaşıyorlardı. Kadran ‘’Artık tam olarak yerleşeceğimiz yere vardık mı?’’ diye sordu. Borla ‘’Evet vardık şimdi ormana gidiyorum ben ormandan ne ses gelirse gelsin bulunduğunuz yerden ayrılmayın ormanın mülkünü almanın zamanı geldi.’’ Dedi. Çocuklar onun ne demek istediğini anlamamıştı.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 4 Yorum

Yaşayan Efsane 36 Bölüm

Kelime Sayısı:814

36 Bölüm

 

Gemi

 

Beş gündür günlük birkaç saat uyumalarına izin verilmişti. Günde sadece iki adet ekmek ve lapa veriliyordu. Son derece düşük beslenmeden dolayı Kadran güçten düşmüştü. Borla ise hala diriydi. Deniz oldukça dalgalıydı. Dışarıyı görme ihtimalleri çok azdı. Ara sıra Kadran kürek gözlerinden dışarıya bakıyor fakat denizden başka bir şey göremiyordu. Başlarındaki adamlar herkese hızlı olmasını söyleyip kırbaçlamaya başladı. Borla kılıcını ve hançerini onlara vermişti. Üst katta küfürleşmeler duyuluyordu. Topların patlaması ile savaş halinde olduklarını anlamışlardı.  Kürekçiler son derece tedirgindi. Borla ‘’Yüzme bilmiyordun değil mi?’’ diye sordu. Kadran ‘’Söylemiştim! Ne oluyor?’’ diye sordu. Kürekler daha hızlı çekilmeye başlamıştı gemi sağa sola sallanıyordu. Bir ara gemi çok fazla sağa yatmıştı.

Top sesi kesildikten sonra yeniden doldurulmaya başlanmıştı. Uzaklardan gelen top sesleri duyuluyordu, bu sesler gittikçe yaklaşıyordu. Geminin gövdesine çarpan toplardan ikisi kürek bölümünü delip içeriye girmişti.  Birden fazla yarık vardı. Gemi kürekçilerin olduğu bölümden su almaya başlamıştı. Borla elindeki zincirleri koparmadan ayağa kalktı. Adam onu kırbaçlamaya çalışırken kırbacı eli ile yakalayıp kendine çekti. Adama yumruk atarak yere yığdı. Askerler kılıçlarını çektiler o sırada bir top daha isabet etmişti. Borla küreği ayağı ile kırıp gelen iki askere elindeki kürek parçası ile vurdu. Askerlerin üzerinden anahtarı alıp kilidi açtı. Her kes kilitleri açmasını istiyordu. İlk önce Kadran’ı kurtardı sonra da anahtarları başkasına verdi.  Gemi sallanıyordu ve top mermileri artık gemiye isabet ediyordu. Borla onun elinden tutup hızlıca üst kata ulaşmak için ilerlerken kürek tarafının sol tarafında çocuk sesi geliyordu.

Geminin su alması hızlanmış deliklerdeki yarıklar açılmış Kadran ‘’Onları kurtarmayacak mıyız?’’ diye sordu. Borla yığılan tahta parçalarını eli ile yukarıya kaldırdı. ‘’Çek bakalım evlat’’ Kadran yığınların arasında kalan çocuğu var gücü ile çekti. Babası onu ittirmişti. Çocuk tekrar deliğe girmek istedi Kadran engel oldu. ‘’Babam! Onu da kurtarmalıyız!’’ diye haykırdı.  Su çocuğun babasının beline kadar gelmişti. Kadran ‘’O derinde onu kurtaramayız’’ dedi. Çocuk ‘’Amca siz güçlüsünüz’’ dedi. Borla kaldırdığı tahtaları bıraktı. Çocuk ‘’Baba!’’ diye bağırdı. Borla daha fazla vakit kaybetmemek için Kadran ve çocuğu kolunun altına alarak yukarıya çıkmaya başladı.

 

‘’Babanı kurtaramazdık o da olsa önce senin kurtarılmanı isterdi. ‘’ dedi. Borla bir üst kata çıktı ikisini de bıraktı ve kılıcını aldı. O sırada çocuk Kadran’a saldırmaya çalıştı fakat Kadran ona yumruk atarak yere indirdi. Çocuk yerden kalkmayıp Kadran’ın yüzüne baktı. ‘’Sen katilsin’’ dedi. Göz yaşlarını silerken babası gözlerinin önüne geliyordu. Kadran ‘’Daha önce de birisini öldürdüm’’ diye cevap verdi. Çocuk dehşete katılmıştı. Borla yanında getirdiklerinin hepsini bulur bulmaz ikisini yukarıya çıkardı. Merdivenlerde çocuk Kadran’a ölüm tehditleri savunuyordu. Kadran zaten ölümle burun buruna pek çok kez geldiği için umursamadı.

 

‘’Seni öldüreceğim!’’ diye mırıldanıyordu. Kadran ‘’Kendi üvey annemi öldürdüm ve idamdan kurtuldum. Beni öldürmek istiyorsan adımı iyi belle. Benim adım Kadran!’’ dedi. Çocuk her duyduğuna korku duyuyordu fakat öfkesi korkusundan çok daha büyüktü. ‘’Sende benim ismimi iyi belle. Adım Panoz’’ dedi. Kadran gülümsedi yeni hayatında ilk düşmanı ile gemide karşılaşmıştı. Borla topçuların katına çıktı bu katta ölüler vardı ve üst katta güvertede savaş olduğu anlaşılıyordu. Borla ‘’Beni takip edin ve birbirinizi öldürmeye çalışmayın ikinizde bugün ölemezsiniz! Diye bağırdı. Onun korkunç sesi ve tavırları ile ikilinin didişmesi tamamen son bulmuştu. Borla güverteye çıktığında güvertenin üzerinde savaş olduğunu ve korsanların kaybetmek üzere olduğunu görüyordu. Kimse canını pek umursamıyor gibiydi gemi en fazla 5-10 dakika daha su üzerinde kalabilirdi.

 

‘’Ben sizi çağırana kadar burada bekleyin sonra gemiyi terk edeceğiz’’ dedi. Güverte oldukça kalabalıktı. Karanlığın kılıcını kullanmak yerine yerden eline aldığı paslı kılıcı kullanmayı tercih etti. Her iki tarafı da öldürmeye karar verdi. Hızlı davrandı ve ilk kişiyi öldürdü, batmakta olan gemide fazla durmak istemiyordu. Her iki tarafta onu görmüştü. Borla karşısına kim dikiliyorsa onu kesip yere yığıyordu.  Her iki tarafta birbirlerine saldırırken onları öldürmek basitti. Kısa sürede güvertenin büyük kısmını temizlemişti. Borla güvertenin ortasına geldiğinde karşısında kaptandan başka kimse kalmamıştı.

 

 

Morhamam Şehri

 

Borla şehri terk ettikten sonra şehirde sular durulur gibi olmasına karşın Bretonaskaların Baş komutanı Bay Walteph ve asistanı şehre gelmişlerdi.  Bay Walteph Isılbert’in masasına geçmiş ve sandalyesine oturmuştu. Karşısına getirilen iki eski dosta bakıyordu.

 

‘’Görünen o ki Bierta bu şehirde de iz bırakmış sorum basit ve cevabı hayatlarını değiştirecek. Aslında değiştirmeyecek kaldığınız yerden devam etmek istiyorsanız duymak istediğim cevabı söylersiniz yok bundan sonraki hayatınız ihtiyarlar epey çetrefilli olacak’’ dedi. ‘’Sorum şu Bierta nereye gidiyor? Planı var mı?’’ diye sordu. Isılbert ve Azrel birbirlerine baktı. Azrel

 

‘’Bize nereye gideceğini veya ne gibi planı olduğunu söylemedi, söylese bile bunu sana söylemezdik.’’ Dedi. Bay Walteph ‘’Eski dostunuz size bir şey söylemedi demek. Buna inanırım ama benim işime yaramaz o zaman sizi burada niye tutayım ki. Azrel’i yüzen hapishaneye Isılbert’i Tellgarde zindanlarına hapsedin’’ dedi. Azrel Isilbert’e bakıp ‘’En azından öldürmedi’’ diye mırıldandı. Isılbert’i ‘’Ölseydik en azından bir kez ölmüş olacaktık şimdi gideceğimiz yerde kaç kare öleceğiz tahmin et.’’  Dedi. Walteph ‘’Azrel kalsın Isılbert’i götürün onunkinin yolu uzun’’ dedi. Askerler Isılbert’i götürürken. Azrel ile Walteph baş başa kalmışlardı.

 

‘’Tellgarde nasıl kaçtığını söylersen seni serbest bırakırım.’’  Dedi.  Azrel ‘’Bu kaçış hikayesinin başkalarının kaçmasını engellemek için duymak istiyorsun’’ dedi. Walteph ‘’Aynen öyle’’ diye cevap verdi.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 35 Bölüm

Kelime Sayısı:1038

35 Bölüm

 

Küçük Savaş Lordu Büyük Görev

 

Bratoneska Krallığı

 

Başkente yakın kasabaların bir tanesinde

 

Hanın sahibi dışındaki bütün erkekler masaların üzerine çıkmıştı. Sadece üzerlerinde kirli donlarından başka bir şey yoktu. Erkekler Savaş Lordu ile dalga geçmişler ve onlara ağır bedel ödetmişti. Selena suyunu içerken onların masada kadınlar gibi kıvırışını izliyordu. Handa hizmetçilik yapan kadınlar kıkırdayarak gülüyor bazen gizlemeye çalışıyorlardı. Henüz 11 yaşında olmasına rağmen Savaş Lordu seviyesine yükseltilmişti. Savaş lordu olmak ona yetmiyordu. Krimor’a Borla’ın geleceğini duyunca oraya gitmişti fakat Borla’nın oğlunu kurtarmaya geldiğini öğrenince vazgeçmek zorunda kalmıştı. Diğer savaş lortların aksine tarih kitapları okumayı seviyordu ve o gün orada Borla’ya karşı durmamayı seçmişti. Yaptığı seçim son derece doğru karardı Krimor’un yok edildiğini duyunca çok şaşırmamıştı. Baba ile oğlun yeterince vakit geçirmeden babasının canını almak ona göre değildi. Selena efsane olmak istiyordu. Bildiği bütün efsanelerin hepsi erkeklerden oluşuyordu.

Dünya üzerinde kaç insan yaşadığını bilmiyordu fakat sadece duyduğu altı efsane ismi vardı. Efsane olmanın iki yolu vardı. Ya bir efsaneyi öldürüp efsane olmak ya da bir büyük general veya Baş komutan öldürüp efsane olmak. Yaşının küçük olması ve kısa sürede güçlenmesi ile krallıkların dikkatini çekmişti ama bir baş komutanı öldürmek için yeterince güçlü olduğunu düşünse de dövüşme tecrübesinden yeterince yoksundu o yüzden tehdit olmaktansa Bretonaska Krallığının Lord olma teklifini kabul etmişti, böylece o güçlenirken krallıklar tarafından rahatsız edilmeyecekti. Krallığa katıldıktan sonra geriye sadece bir tane efsane öldürmek gerekiyordu. Bu kesinlikle kolay değildi. Dünyada bilinen altı efsane vardı. Bierta’nın geri dönmesi ile sayı yediye çıkmıştı. Hatta yıllar önce nereden çıktığı belli olmayan Kör Weurs buna dahil edilebilirdi. Şu anda ortalıklarda yoktu.

Yenilmez efsane Borla, Güvercin efsanesi Akasele, Yıkım efsanesi Kadlou, Kartal efsanesi Robando, Ölümsüz efsane Mordekei ve Deniz efsanesi Palmon. Sadece adını duyduğu Okyanus Efsanesi Askala Aralarında yeni efsane olmuş sadece Palmon vardı görüşüne göre en güçsüz veya tecrübesiz o sayılırdı. Diğer yandan Bierta ve Akasele ihtiyarlardı. Biri 74 yaşındaydı diğeri 70 yaşındaydı. Düşündüklerinin arasında en zor seçecek Kadlou idi. Bir yerden başlamak zorundaydı. Efsanelerin bir tanesini takip edip tahmin etmediği bir anda öldürmek zorundaydı. Krimor’u yok eden Bierta’nın gücünü görmüştü. Diğerlerinin ne güçte olduğunu bilmese de halk tarafından anlatılan hikayeleri son derece korkunçtu.

Selena yeni bir Bierta Akasele mücadelesi olabilir mi? Diye düşünürken içeriye ona haber getirmek için kral süvarisi girmişti.  Elindeki gazeteyi Selena’ya uzattı. Selena görmek istediği haber ilk sayfadaydı. ‘’Kraliçe gece kuşu Morhamam’ı korumak için savaştı katiller katili Bierta tarafından öldürüldü!’’ yazıyordu. Selena diğer sayfalara göz gezdirmedi. Kral süvarisi

 

‘’Lordum kralımız size Bierta’yı öldürme görevini verdi. Yüce savaşçı Dos Santos’la birlikte Tarnova’ya gideceksiniz’’ dedi. Normal de Bierta’nın karşısında Lordlar duramazdı. Kral Selena’daki potansiyeli gördüğü için bu görevi ona vermişti veya Kral onu erkenden gözden çıkarmaya çalışıyordu. Oturduğu yerden ayağa kalktı ve hanı terk etmeden önce ‘’Bir daha kadınları aşağıladığınızı duyarsam veya görürsem sonunuz olurum’’ dedi. Kral süvarisiyle birlikte dışarı çıkınca ‘’Yüce savaşçı Dos Santos beni bekliyor mu? Diye sordu.  Kral süvarisi ‘’Evet kasabanın dışarısında sizi bekliyor’’ dedi. Selena ‘’Gidelim o halde’’ dedi. Islık çalarak atını çağırdı. Atı kısa sürede yanına geldi. Askerin yardımı ile atına bindirildi. Asker de bindi. Selena askeri belinden kavradı.  At kullanabilecek kadar boyu uzun değildi fakat öldürmedeki yeteneği muazzamdı.

 

Karanlığın yok olmanın eşiğine geldiği yıllardı.

 

Azrel tozlanmış üzerini silkeliyordu, loş ışıklı bir odanın içerisindeydi. O üzerini temizlemeye uğraşırken bütün şamdanlar sönmüş o tamamen karanlığa bürünmüştü. Azrel yerinden kıpırdamadı fakat bir şeylerin ters gideceğini bildiği için kılıcını kınından çekti. Onun kılıcının kını tavşan derisi kuş tüyü karışımı olduğundan hiç ses çıkarmıyordu. Karşısına birisinin geldiğini hissetti saldırmak için gelmediğine emindi o bile nasıl fark ettirmeden bu kadar yakına geldiğini anlayamamıştı.  ‘’Şamdanı tekrar yak Azrel!’’ diye mırıldandı. Duyduğu ses ne bir insanı aitti ne bir yaratığa daha önce işitmediği ve tarif edemeyeceği sesti.

 

‘’Sen kimsin?’’ diye sordu. Tetikte bekliyordu ne tarz birisiyle karşılaşacağını bilmediğinden nasıl bir iksir içeceğini bilmiyordu. Elindeki sars kılıcı ile onu kesebileceğine inanıyordu.  Azrel şamdanı yaktığında Karşısında görmediği zırhlı, kukuletalı bir ruh vardı. Adam ona elleri ile sakin olmasını işaret etti. ‘’Ben Karanlığın Efendisiyim. İstesem seni öldürebilirdim fakat Dünyayı değiştirmen gerek’’ dedi. Azrel ona bakarken gözlerini duvardaki tabloya kaydırmıştı. Çeşitli renklerde toplar arka planı siyah bir resimde çizilmişti.

 

‘’Benden ne istiyorsun?’’ diye sordu. Kabuslarda anlatılan Karanlığın Efendisi karşısındaydı, gerçek olup olmadığını bilmiyordu belki bir büyücü tarafından kandırılmak isteniyordu. Karanlığın Efendisi ‘’Ben büyücü değilim ve seni kandırmak için burada değilim. Benim için bir görev yapman gerek. Bu görev yaşadığın dünyayı değiştirebilecek görev.’’ Dedi. Azrel elindeki kılıcı masanın üzerine bıraktı o sırada arkasında belirmiş kadın onun omuzlarına mesaj yapmaya başlamıştı. Kadın onun omuzlarını ovaladıkça Azrel dinleniyordu, vücudu enerji dolmaya başlıyordu.

 

‘’Düşünceleri nasıl okuyorsun? Bunu büyücüler yapabilir.’’ Dediğinde Karanlığın Efendisi kahkaha attı.  ‘’Dünyada yaptığın her bir kötülük beni güçlendiriyor. Şu an farklı bir alemde olduğunun farkında bile değilsin. Burada zaman kavramı yok. Ben Kalmukya gibi bütün dünyalarda iş yapıyorum ama senin dünyanda Karanlık zor günler geçiriyor ve yardım etmen lazım. Azrel ‘’Neden ben yapmak zorundayım? Karanlığı kontrol edebildiğine göre benden kat be kat güçlü olmalısın.’’ Dedi. Karanlığın Efendisi ‘’Haklısın fakat Aydınlığın Efendisi kadar güçlü değilim. O yüzden yapamam. Şu tabloyu görüyor musun?’’ O senin yuvarlak şekillerin hepsi birer Gezegen. Kiminde insanlar, kiminde yaratıklar, kiminde ruhlar, kiminde ise hepsi bir arada yaşıyor, aklına getiremeyeceğin varlıklar dahi var. Bak şu maviye benzer gezegenlerde senin gibi insanlar yaşıyor oldukça güçsüzler fakat o gezegende iki maden var. Bir adam o madenlerden bir tanesini buldu. İşlemeyi başarırsa senin gezegenindeki insanlara kafa tutabilir’’ dedi. Azrel kafasını karışmıştı. Söylenilenleri anlamakta güçlük çekiyordu. Karanlığın Efendisi kabuslara sebep olabilecek kahkahasını attı.

 

‘’Tamam, senden istediğim Kalmukya İmparatoru öldürmen veya öldürtmen. Şu anda senin dünyada bunu yapacak insanlar var. Ekibini kur, planını yap iki yıl süren var’’ dedi. Azrel parmağını kaldırdı başını olumsuz salladı. Karanlığın Efendisi ‘’Yapabilirsin’’ dedi.  Azrel ‘’İmparatoru öldürmek bu imkânsız’’ dedi. Karanlığın Efendisi ‘’Bu yapılması gerek başarılı veya başarısız olunması ile alakası yok. Karanlık son bulmak üzere’’ dedi. Azrel

 

‘’Her yol ölüme gidiyorsa eğer o zaman isteklerim var. Kafamda bir grup var. Isılbert Kourp, Borla, Akasele, Akuma, Jinta, Can Dara Ben, Irdenser,, Rhidger belki birkaç kişi daha bu adamların yerlerini bulursan’’ dedi. Dedi sözü kesilmişti. ‘’Onları ikna etmek senin işin’’ dedi. Azrel sırıttı. ‘’Dünyayı değiştirebilmek onların hoşuna gidecektir. ‘’ dedi. Karanlığın efendisi

 

‘’Bunu başarsanız da başarmasanız da benim aklıma kazındınız bile. Kelle avcısı, yaratık avcısı bir genç geleceği parmak genç, kral katili, bir casus, büyücü ve yaşayan son efsane zaferle dönmenizi bekleyeceğim.’’ Dedi.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 34 Bölüm

Kelime Sayısı:903

34 Bölüm

 

Denizlere Açılmak II

 

Kadran Borla birlikte yürüyorlardı yine merak ettiği şeyler olduğunu tahmin etmişti. ‘’Yine ne merak ediyorsun?’’ diye sordu.  ‘’Kürek mi çekeceğiz biz? Diye sordu. ‘’Sıkıcı ve yorucu iş tek iyi yanı kol kaslarının çalışmasını sağlaması. Benim için önemli değil fakat senin için önemli. Üstelik dikkat çekmemek gerek’’ dedi ve ikinci gemiyi geçtiler. Üçüncü gemide sıra vardı. Diğer gemilerde sıra olmadan geçiş sağlanıyordu. Geçtikleri her iki gemide çok sıra vardı ve kalabalıktı. Şu an ki gemi onların yarısı kadardı sırada birkaç kişi vardı. Gemi hem rüzgâr hem insan gücü ile hareket kabiliyetine sahipti. Gemiye binmeleri için aşağıya iki insanın rahatlıkla yan yana yürüyebileceği tahtalar atılmıştı. Gemiye binmeleri uzun sürmemişti. Güverteden önlerinde iki gemi daha olduğu görülüyordu. Geminin nereye gideceğini bilmiyorlardı, Borla bunu önemsemiyordu da. Bindikleri gemi korsan gemisiydi. Korsanlar Morhamam’ın diğer limanından içeriye giremedikleri için bu limanı kullanıyorlardı. Morhamamlılar onların burada olmasına göz yumuyordu fakat korsanların şehre giriş izni yoktu. Dünyanın boynundaki geçişlere Bretoneskalar sıkı kurallar koymuşlardı. İnsanlar dünyanın boynundan gövdesine geçmek için korsanlara ihtiyaç duyuyorlardı.

 

Korsanlar insanları esir etme durumu buraya yoktu. İnsanlar ticaretleri korsanlarla yapıyorlardı. Bretonaska’nin ticaret gemileri neredeyse iki katı daha fazla gümüş istediğinden Korsanlar bu bölgedeki önemi artmıştı. Korsanlar bu durumdan yeterince memnundular. Güvertede durduruldular. Borla kâğıdı gösterdi. Korsan onun arkasındaki çocuğa baktı ve işaret etti.

 

‘’Kürek çekebilecek mi?’’ diye sordu.  Borla ‘’Öğrenecek yoksa ölür olurda çekemez ise onun yerine ben iki kişilik çalışırım.’’ Dedi. Korsan karşısında yıpranmış elbiseleri ve kılıcı olan yaşı olmasına rağmen fiziki oldukça iyi olan Borla’yı iyice süzdü. Buralarda onun gibisini görmemişti. Şehirde gece kuşu katliamı yapan Borla’nın olduğunu duymamış olsaydı, ona Borla diye hitap edebilirdi.  Korsan ‘’Diğer kürek çekecekleri takip edin.’’ Dedi ve onların önünden çekildi. İkisi diğerlerini takibe başladı onlar aşağıya iniyorlardı birkaç korsanın önderliğinde. Tayfa iskeleye atılan köprüyü çekmeye başlamışlardı. Kadran başını havaya kaldırıp pruva direğinin yüksekliğine ve yelkene baktı. Daha önce bir gemiye adım atmamıştı. Kendisine göre oldukça büyük gemi sayılırdı. Güvertenin üzerindeki bölümde geminin dümenini görmüştü. Kendisinden kat be kat uzun ve genişti. Borla arkasına döndüğünde Kadran yerinde durup etrafına bakıyordu. Onun sırtından tutup yanına çekti. Borla ‘’Takip et!’’ diye bağırdı. Kadran hemen onun arkasına takıldı. Kapıdan içeriye girdiler ve alt kata yöneldiler. Merdivenler tekrardan yapılmış olduğu belli oluyordu.

 

Merdivenler inip bir alt kata ulaştılar. Gemi topları, barutlar, silahlar ve saman bu katta bulunuyordu. Bu sefer açık bırakılan kapıdan içeriye baktığında bunları görebilmişti.  Bu katı hızlı geçtiler ve en alt kata kürek katına ulaşmıştı. İçeriye girdiklerinde bazı insanlar çoktan yerleşmişlerdi. İlerlemeye başladılar ve iki kişilik yer bulana kadar ilerlediler. Korsan ‘’Sizinki burası’’ dedi.  İlk sıralar dolmuştu. Her iki tarafta kürekler vardı. Bir küreği altı kişi çekiyor ve on iki kürek sırası vardı. Borla ve Kadran sekizinci sıraya geldiler ve başta bulunan iki kişilik yere geçtiler. Kadran onun yanına geçip ikinci sıraya almıştı. Borla ağızda ilk sıradaydı. Dışarıya ait hiçbir şey görünmüyordu. Dalga sesinden başka duydukları yukarıda yaşayan ayak sesleri ve tam olarak anlaşılmayan konuşmalardı. Kadran

 

‘’Gemi nereye duracak?’’ diye sordu. Borla ‘’Acele etme daha gemi kalkmadı. Dünyanın gövdesinde veya oraya yakın yüzen adalar bölgesinde durabilir nerede durursa dursun kara parçasının üzerinde durması bizim için yeter.’’ Dedi.  Kadran

 

‘’Yüzen adalar nasıl?’’ dedi merak edip heyecanlanmıştı. Tepkisinin son derece bağırarak koymuştu ve diğer kürekçilerin onlara bakmasını sağlamıştı. Ayağa kalkması da cabasıydı. Borla onun elinden tutup yanına oturttu. ‘’Bilmediğin çok şey var bu dünyada. Ben bütün dünyayı 60 yılda dolaşabildim. İnsanların çoğu kıta bile değiştiremeden ölüyor. Bu dünya eski ama içinde birçok sırrı halen saklıyor. ‘’ dedi. İleri de ki çocuğu gösterdi.

 

‘’Senin gibi kürekçi olan bir çocuk daha var işte orada!’’ dedi ve gösterdi. Kadran onlara baktı bir adam ve bir çocuk onların kıyafetleri daha iyiydi. ‘’Bizim gibi’’ diye mırıldandı. Çocuk kendisinden küçüktü babası onu en dibe yerleştirdi.  Gemide hazırlıklar sürerken yukarıdan duyulan ses geminin yakıda kalkacağı yönündeydi. Kürek çekmeye gelen insanları peş peşe içeriye girmeye başlamıştı.

 

 

5 gün sonra

 

Borla’nın ortaya çıkışı bütün dünya krallığı gibi Kornapa(Kornopa) Kralı Armadillo’yu da sevindirmemişti.  Armadillo Generallerini ve Yüce Savaşçılarını bir araya toplamıştı. Borla’nın Tarnova doğumlu olduğunu biliyordu. Elinde sonunda doğduğu topraklara geri dönecekti. O topraklar şu anda özerk bölge olarak kendi krallığı tarafından kontrol ediliyordu. Krallık Nemavend Krallığı ile savaş halindeydi. Armadillo’nun apar topar savaş konseyini toparlatması savaş zamanında hiç iyi olmamıştı ama Borla’nın Krimor ve Morhamam da yaptıkları belliydi. Krimordan sonra Morhamam da ki Gece kuşlarını katletmesi onun için önem teşkil ediyordu. Kral Armadillo

 

‘’Savaş zamanındayız ama Bierta Nemavend Krallığından daha tehlikeli elinde sonunda Bierta ile karşı karşıya kalacağız. Bierta’yı izleyebilecek General veya Yüce savaşçıya ihtiyacımız var’’ dedi. General Helmund ileriye çıkıp ellerini masanın üzerine koydu.  ‘’Yüce savaşçı Kuruyami dünyanın kafatasında ona kısa sürede haber ulaştırabilirsek bu mesele ile ilgilenecektir. Bence savaşa daha çok yoğunlaşmalıyız.’’ Dediğinde Armadillo sinirlenmiş ve masaya vurması ile çatlatması bir olmuştu.  ‘’Bierta’nın geri dönmesi önemsiz değil. Bu adam 27 kral öldürdü. Bir zamanlar dünyanın tamamını ele geçiren Kalmukya İmparatoru canına kıydı.’’ Dedi. Helmund ‘’Endişenizi anlıyorum Kralım fakat unuttuğunuz noktalar var. Bretonaskalar bu adamın peşinde Viral Krallığı bu adamın peşinde ve bizde adam gönderirsek peşinde olan krallık sayısı üçe çıkacak. Belki Krimordan sonra Culdan krallığı bile peşine düşebilir. Bierta’ya dünya üzerinde fazla kimsenin sıcak bakacağını sanmıyorum. ‘’ dedi. Yüce savaşçı Silvian Zolo

 

‘’İçeride bu adam ile savaşıp dışarıda krallık ile savaşmak tehlikeli. Benim önerim önce Nemavend krallığı ile savaşalım. Bırakalım Bierta ile başkaları uğraşsın’’ dedi. Kral biraz sakinleşmişti onların söylediklerinin doğruluk payı vardı.  Kral ‘’Bekleyelim bakalım ne olacak? Savaş haritasını getir’’ dedi. Kral her iki cephede de savaşamayacağını biliyordu ama ona karşı önlem almadan da duramazdı.

 

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 2 Yorum

Yaşayan Efsane 33 Bölüm

Kelime Sayısı: 752

33 Bölüm

 

Denizlere Açılmak

 

Sağa veya sola sürekli gittiğinde iskelenin kenarına ulaşacağını biliyordu. Sağ tarafta balıkçıların kalacağını aklına getirdi çünkü daha büyük gemileri görmüştü. Balıkçılarda onlarla birlikte olabilirdi. Sağ tarafa gitmeyi denedi. Balıkçıları görmeye başlamıştı. Kalabalığa karışmamak için kenardan gidiyor oldukça seri hareket ediyordu. İskele için herhangi bir kapı koymamışlardı. İskelenin sonuna geldiğinde balıkçıların yanına yöneldi. Kadran bir an durdu. Borla sırtını duvara yaslamış onu beklerken görünce içi rahatlamış ve sevinmişti.  Borla merdivenlerden inince tam karşısına dikildi. Hangisine şaşırsa bilemedi iki katlı yapılmış kenarları duvarlarla çevrilmiş iskeleye mi yoksa karşısında bir an gördüğü Borla’ya mı? Kadran ‘’Beni burada olduğumu nasıl bildin?’’ diye sordu. Borla ‘’Dediklerimin birazını unutacağını biliyordum. Öğrenmen gereken çok şey var. Evlat hadi gidelim. Kadran ‘’Gemiye mi?’’ diye sordu.

 

‘’Dünyanın boynunu terk edeceğiz yani evet’’ diye cevap verdi. Kadran ağzına bile açmamıştı. Borla elini çocuğun kafasına attı. ‘’Sorman gereken çok şey var Aşağısı ve yukarısı için biliyorum ama buna vakit yok’’ dedi. Kadran

 

‘’Nereye gideceğimiz söyle?’’ diye. Borla ‘’Nereye gideceğimizi söylemekte vakit kaybı ama yolculuğun nerede biteceğini söylemeliyim. Benim bir zamanlar İmparatorluğumu yönettiğim şehre götüreceğim. Kılıç ustalarının şehri Tarnova yani senin doğduğun topraklara’’ dedi. Kadran

 

‘’Ben Tarnova da doğmadım ki’’ deyince Borla ‘’Sen Ölüm akıncıların yenildiği gün doğdun doğduğun köy Tarnova’ya bağlıydı. Kendin hakkında bilmediğin çok şey var. Senin hakkında çok şey biliyorum. Bildiklerimi sana anlatacağım. Ayrıca hiçbir şey tesadüf değildir sen kendisni ona inandırırsın sadece. Kadran

 

‘’Orada ne var’’ diye sordu. ‘’Kılıç ustalarının şehri benim gibi bir kılıç ustası olacaksın’’ dedi. Kadran onunla yürürken yere baktı, içini karamsarlık kaplamıştı. Yaşamak için sebebim yok ki. Üvey babam öldü, gerçek ailemi hiç tanımadım. Koca dünyada kılıç ustası olup ne yapacağım? Beni niye ölüme terk etmedin? Diye sordu. Borla onun sorusuna cevap vermedi binecekleri gemiye yaklaşmışlardı kapıya yaklaşınca askerlere davetiye gösterdi. Askerler kapıları onlar için açtılar. Kadran ‘’Davetiyeyi nereden buldun?’’ diye sordu. Borla ‘’Uzun hikâye yürümeye devam et’’ dedi. Gemiler diziliydi kimileri büyük kimileri küçüktü ama hepsi Kadran’ın gözünde büyük gözüküyordu. Binecekleri geminin önüne geldiler ve durdular kurulan masanın olduğu yere sıraya girdiler. Borla

 

‘’Sen orada ölmeyecektin Kadran. Adının anlamı Tarnovaca da ölümü getiren kişi benim adımın anlamı affetmeyen. Seni ben kurtarmamış olsam bile birileri seni oradan çıkartacaktı benden korkuya müdahale etmek istemediler.  Kılıcıma yemin olsun ki bugün seninle birlikte olmam bir tesadüf değil bilakis kaderin çizgisinde olduğumuzdur. ‘’ dedi. Kadran ‘’Senden başka o gün kim oradaydı.’’ Diye sordu. Borla

 

‘’Asılacağın gün Savaş Lordu Selena da oradaydı benden korkuya seni kurtarmaya bile tenezzül etmedi fakat günün birinde mutlaka bir hamlede bulunacak. Onun korkaklığını yaşına bağlıyorum. Yaşamak istemiyorsan denize bindiğimizde seni denize atarım ama bence senin de bu dünyada yaşamaya iyi veya kötü günler görmeye hakkın var. ‘’ dedi. Kadran ‘’O kaç yaşında?’’ diye sordu. Borla güldü. ‘’Aranızda sadece 3 yaş fark var’’ dedi. Sıra hızlı ilerliyordu parasını veren gemiye yöneliyordu. Kadran Borla’nın esas sorusuna cevap vermemişti. Borla ise konuşmaya devam etti.

 

‘’Devleri yendim. Efsaneler ile dövüştüm. Okyanus ve kıtaları kestim. Kimsenin ağzına gündüz bile anmakta korktuğu Haramiler çölünden gece geçtim. Dünya üzerinde dünyanın sonuna tek başıma gidebildim ve akli dengemi koruyabildim. Sonsuz ormanda yaşadım. Kadınlar şehri Daranhazanda kadınların kölesi olmadan hayatta kalabildim. Dünyaya hükmeden Kalmukya imparatorunu öldürdüm. Dünyaya ileride yön verebilecek olan 27 kral ve kraliçeyi öldürdüm. Kasabalar, şehirler hatta adalar yok ettim. Hiçbir kötünün giremediği Mamurumul’a girdim. Kütükler ülkesinde dolaştım. Tonyükük prensesi ile tanıştım. ‘’ dedi ve sözünü bitirdi. Kadran’in gözleri parlamaya başlamıştı. Onun dediklerinin çoğunu durmasa da bildikleri yeterdi. Borla gülümsedi.

 

‘’Gözlerin parlıyor. Gözler insanı ele vermekten hiç çekinmezler. Buraları görmeden mi öleceksin? En azından çabalamayacak mısın?’’ diye sordu.  İlk defa Kadran bu soruya cevap veremedi, vermek istese bile ağzından tek bir kelime çıkartamazdı ama içinden görmek istediğini en azından bu uğursa ölmek istediğini biliyordu. Sıra hızlı ilerlemiş ve onlara gelmişti.  Borla belindeki keselerden bir tanesini çıkardı ve masanın üzerine bıraktı. Adam hiç kesenin içini açmadan önce eli ile sıktı ve sonra eli ile tarttı. İçinde ne kadar olduğunu anlamıştı ve yeterliydi. Sorgu sual sormadan ‘’Üçüncü sıradaki gemiye geçin kürek çekeceksiniz’’ dedi. Yanındaki adam ayakta bir şeyler yazıp Borla’ya uzattı.

 

‘’Bunu girişteki adama verin’’ dedi. Borla kâğıdı aldı Kadran ona şaşkınlıkla bakıyordu. ‘’O kadar keseye böyle bir yer’’ diye homurdandı. Borla sırıttı. ‘’Anlaşılan o ki evlat Borla gelince fiyatlar yüzde yüz artmış. ‘’ dedi. Kadran onu takip ediyordu bir şey söylemedi. Borla gökyüzüne baktığında ufak karartı gördü. Ondan başka kimse göremezdi kaplanının Savaşçı Matilyano ile dövüşü yeni bitmişti anlaşılan. Matilyano ona neredeyse bir gün dayanabilmişti.  Yürümeye devam etti gökyüzündeki karartı Borla’nın etrafında hızlıca dolaşıp yok oldu. O kadar hızlıydı ki kimse görmedi fakat Kadran bir şeyin Borla etrafında döndüğünü hissetmişti.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 32 Bölüm

Kelime Sayısı:817

32 Bölüm

 

Asansör Bölgesi II

 

Askerler düşünmeye başlamıştı onun gibi birkaç çocuk ve adam da yakalanmıştı. Anlaşılan kargaşadan faydalanmak isteyen sadece kendisi değildi. Asker ‘’Geçirelim mi?’’ diye sordu.  ‘’Başka akraban var mı bu şehirde?’’ diye sordu. Anlaşılan onların da kafası karışmıştı.  Kadran ‘’Biz tepeden geldik sonra suyun içine girdik şimdi tekrar suyun üzerine çıkmak istiyoruz’’ dedi. Asker

 

‘’Bırakalım geçsin bir çocukla bu kadar uğraşırsak işimiz var demektir’’ dedi. Asker ‘’Beni takip et seni asansöre götüreceğim ona binince yukarıda tek başınasın bizden yardım bekleme’’ dedi. Kadran başını sallayıp askerin dediklerini kabul etti.  Kadran bir süre askeri takip etti sonra asker asansörü gösterip ayrıldı o askerlere birkaç bir şey söyledi görev yerine geri döndü. Kalabalığa karışarak asansör için sıraya girdi.  Toplamda dört asansör vardı. İkisi büyük ikisi küçüktü. Büyükler birbirlerine yakından küçükler birbirinden uzaktı. Yukarıya çıkmak isteyenleri tek bir sıraya dizmişlerdi.  Kalabalıktı fakat sıra hızlı ilerliyordu davetiyesi gösterine kabul ediyorlardı fakat Isılbert’in bugün verdiği davetiyeler tamamen geçersiz sayılmıştı. Bugün Isılbert’ten davetiye alanlar bir kenara toplanmıştı. Sıra ona gelmişti. Askerler kendi aralarında fısıldaştılar. ‘’Geçsin bakalım sorumluluğu kim alacak göreceğiz. ‘’ dedi. Kadran asansöre doğru yürümeye başladı önünde şu anlık hiçbir engel yoktu.  Yeniden sıraya girdi bu sefer asansör için.  Asansörün etrafında okyanus gözükmüyordu fakat asansör bölgesinde okyanus gözüküyordu. İlk gördüğünde hayranlıkla baktığı yere dikkatlice bakma fırsatını bile bulamamıştı.  Heyecanlanıyordu, yakalanmadan başarıp başaramayacağını merak ediyordu.

Gökyüzüne baktığında tavanda ışıklandırmalar olduğunu gördü. Oraya ışıkların nasıl asıldığını merak ediyordu. Asansör gürültü ile iniyordu. İçi gözükmüyordu. Arkasında taş duvarlar vardı. Kadran onu gözle göremiyordu asansör kulenin içerisine saklanmış sadece sesi duyuluyordu. Sıra sonunda kendisine yaklaşmıştı. Gürültü bittiğinde asansör aşağıdaydı kapısı açılmaya başlamıştı. İçerisi dolu olup olmadığı göremeden insanlar içine dolmaya başlamıştı sıra tamamen bozulurken Kadran da ileriye atıldı küçük olmasının avantajını kullanarak kendisini asansörün içine attı.  Her şey umduğu gibi giderken bir anda ittirilmiş yere düşmüştü ayağa kalkmaya çalışsa da üzerine birisi basmıştı. Kadran ayağa kalktığında asansörün dışarısında buldu. Askerlerden bir tanesi adamı dışarıya atıp ‘’Hadi içeriye gir çocuk’’ dedi. Kadran sırtındaki ve başındaki ağrıya rağmen hiç tereddüt etmeyen içeriye geçti. Asansör tamamıyla dolmuş ve insanların bir kısmı dışarıda kalmıştı.

Kapılar kapatıldığında asansör üstünde yanlardaki ışıklar açılmış ve asansör gürültü ile yukarıya ilerlemeye başlamıştı. Sarsıntı fazla yoktu ama ilk kez binenler korku içerisindeydi. Borla yukarıya ulaşıp ulaşamayacağını merak ediyordu.  Asansör yavaşlamaya başlamıştı birkaç dakika sonra tamamen durmuştu. Kapısı açılmıştı, dalgaların ve fırtınanın sesi duyuluyordu. Kapı ilk açıldığında insanlar ilerleyemediler gözleri karanlığa alışmıştı. Kadran gözlerini ovuşturarak yere bakarak ilk çıkanlardan oldu ve ezilmemek için hızlıca hareket edip en yakın yere sığındı asansörün yanındaydı. Gözleri yavaş yavaş aydınlığa alışmaya başlamıştı. İnsanlar ileriye hızlıca atılmış her biri başka yönlere gitmeye başlamıştı. Kadran etrafına bakındı. Karşısında bir askeri grup vardı kendi aralarında konuşurken devriye de geziyorlardı. Ağır zırhlı asker kapının yakınında elinde kılıcı ile bekliyordu.

Burada geçmesi gereken başka kapı daha olduğunu anladı. İskelenin ne kadar büyük olduğunu tahmin edemiyordu fakat kapının ardında demirlemiş gemileri görebiliyordu. Kalabalık dağılınca ilerledi ve etrafa baktı. Koca bir iskelenin üzerindeydi. Kara parçası olarak tabir edilen şey aslında toprak değil iskeleydi. Küçük evler ve bazı orta büyüklükte binalar gözüne çarpmıştı.  Okyanusa baktı ve iskelenin taşlarının asansörün olduğu yere gittiğini düşündü. Yapının mükemmel olduğunu anladı yanında Borla olsaydı ona bir sürü soru sorabilirdi. Yollar örme taşlardan yapılmıştı. İlerlemeye başladı, nerede olduğunun farkında değildi. Tezgahlar ile karşılaşmaya başladı. Başka bir kapı daha vardı orada da bekleyen insanlar vardı.  Kadran derin nefes aldı kalbi hızlı çarpıyordu. Üvey annesi olacak kaltağı ve muhafızı öldürürken bu kadar heyecanlanmamıştı. İskeleye doğru yürümeye başladı. Etrafını fazla bakmıyordu. Muhafızlar belirli bir alanda devriye geziyordu. Kadran ‘’Onları izle, hareketlerini takip et ve hamleni yap’’ diyordu.  Kadran yürürken bir adamın arkasına takılmış onun peşinden gidiyordu. Aradaki mesafeyi korurken etrafına bakınmayı unutmuyordu. Morhamam şehri bu kadar canlı değildi.  Birkaç insanı izlerken güldüklerini fark etmişti. Doyasıya güldüğü hiçbir zaman yoktu veya hatırlamıyordu. Zulüm gören Kadran, Piç Kadran, Köle Kadran lakapları takılmış Üvey babasının isteği üzerine her zaman beladan uzak durmaya çalıştı, lakin bela ondan hiç uzak durmaya niyet etmemişti. Krimorda öğrendiği üç şeyden birincisi sabretmek, ikincisi tahammül etmek ve sonuncusu karşılıksız sevmekti. Öz evladı olmadığı halde üvey babası tarafından anlamsızca sevilmesi. O bunu anlayamamıştı. Bir insan kendi kanından olmayan bir çocuğu nasıl sevebilirdi?

Adımlarını ileriye attıkça etrafı kalabalıklaşıyordu. Uzun adamlarla birlikte yürüyordu. Başını kaldırıp onlara baktığında onu umursamıyor gibiydiler. Görüş alanı adamlar tarafından kapatılmıştı. Küçük olduğu için aralarından kolayca sıyrılıp o kalabalıktan uzaklaştı. Fakat farkında olmadan başka kalabalığın arasına girmişti. İskele sürekli asansörden çıkan insanlar ile dolmaya başlamıştı. Kadran ilerlemeden girdiği kalabalıktan kurtulup başka bir kalabalığın içine girince terlemeye başlamıştı. Korkuyordu, insanlar içinde kaybolmuştu. Ne yapacağını bilememek onu korkutuyordu. Borla’nın söyledikleri aklına getirmeye çalıştı aklına gelen ‘’Onlara izle, hareketlerini takip et ve hamleni yap’’ demişti. Daha önemli söyledikleri ise aklında durmamıştı, asansörden sonra nereye gideceğini kestiremiyordu. İnsanların arasında kalmıştı aynı yerinde kalmaya çalışıyordu. Gireceği yere sırtını dönmüştü. Buraya ilk gelirken iskeleyi gözlerinin önüne getirdi. Bazen kalabalıktan kurtulmak için sağa bazen sol tarafa bazen öne ve arkaya gitmişti. Tam olarak nerede olduğunu kestiremiyordu. Bir Plan yapmalıydı.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 5 Yorum

Yaşayan Efsane 31 Bölüm

Kelime Sayısı:950

 

31 Bölüm

Asansör bölgesi

Çok beklemeden Borla onların ikisini de bulmuştu. Kadran ‘’Bundan sonra nereye gideceğiz?’’ diye sordu aceleci bir tavırdaydı. Azrel ona işaretleri ile bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.  Borla ‘’Şu an da bunlar anlatmak için vaktim yok şu şehirden bir ayrılalım’’ dedi.  Azrel ‘’Isılbert görevden alınmış sana verdiği davetiye geçerli olmayacak’’ dedi. Borla sırıttı.

 

‘’Bu kadar kolay olmayacağını zaten biliyordum. Hangi işimiz kolay gitti Azrel?’’ dedi. Azrel sesli güldü. ‘’Ben hatırlamıyorum aslında bir yere yazsak iyi olurdu’’ dedi. Borla ‘’Çocuğu buraya getirdiğin için teşekkürler bundan sonrasını ben hallederim. ‘’ dedi. Azrel onlarla vedalaştıktan sonra yanlarından ayrıldı. Kadran ‘’Onlar neden bizimle gelmediler?’’ diye sordu. Borla cevap vermedi, şimdi içeriye girmenin bir yolunu bulmalıydı çocuk için kolaydı fakat kendisi her zaman şüphe çekebilirdi bu sefer olaysız ileriye girmek zorunluydu aksi taktirde asansör kapatılırsa uzun süre burada kalabilirdi.  Bu bölge surlarla çevrilmiş herkesin elini kolunu sallayarak giremeyeceği bir yerdi.  Borla ve Kadran kalabalıktan uzakta bir evin duvarına sırtını dayamış kalabalığı izliyorlardı. İçeriye girmek isteyenler panik içerisindeydi henüz savaşın bittiğini bilmiyorlardı. Kadran

 

‘’Şehirden çıkmamız için tek kapı bu mu?’’ diye sordu.  Borla ‘’Evet hatta çok kolayca içeriye girip çıkabilirdik fakat Isılbert’in bize verdiği davetiye geçerli değil. Görevden alınmasa her şey kolay olacaktı. ‘’ Durakladı, kalabalığı gözlemliyordu. Kadran da şimdi ne yapacakları merak ediyordu, içeriye savaşarak girilmeyeceğini duymuştu.  Borla

 

‘’Oraya kaçak gireceğiz. Kılıç tutmaktan önce öğreneceğin ilk iş gözlem. İnsanlar çoğu zaman rutin davranışlar sergilerler. Onları izle, hareketlerini takip eti ve hamleni yap aynen bir satranç gibi’’ dedi. Kadran ona bakarken Borla sadece kalabalığı izliyordu, vakit kaybetmeden kafasındaki planı uygulamaya karar verdi.

 

‘’Senin oraya girmen benimkinden daha kolay. Kalabalığın arasına karış ve aileni kaybettiğini söyle seni içeriye alacaklardır. İçeriye gidince tam karşında asansör olacak. Bu sefer kalabalıktan yararlanamayacaksın ama korkma görevlilere ailenin asansör ile çıktığını söyle Ailen olası bir kaybolma durumunda asansörün yanındaki seyahat kayıt yerinde beklediğini söyle böylece peşinden gelmeyecekler ve senin aileni araştırmayacaklar. Seninle beraber olmak isterlerse onları kendin bulabileceğini söyle ailenin yabancılara güvenmemesini yolunda kendini tembihlediğini anlat. İçeride çok fazla asker var. Sakin ol kimse 7 yaşındaki bir çocuktan şüphelenmez bu sen dahi olsan. Krimordaki olaylar henüz tam anlamıyla burada yayılmadı üstelik bizim halen gece kuşları ile savaştığımızı düşünüyorlar. Asansör için kendine bir aile bul yanlarına iyice yerleş kendini acındır.’’ Dedi. Kadran cevap vermek istedi ama Borla

 

‘’Yapmak zorundasın Kadran. Yukarı da seyahat kayıt yerine gitmek yerine iskeleye doğru yürü sağ tarafında balıkçılar kalacak. Onların yanına git fakat yanlarına sokulma. Seni orada bulacağım. Unutma onları izle, hareketlerini takip et ve hamleni yap. Bütün bunları yaparken şu an olduğu gibi önce kendini güvene al. ‘’ dedi. Kadran

 

‘’Seyahat kayıt ne demek?’’ diye sordu. ‘’Şehre giriş çıkışların kaydı tutulduğu yer ticaret ile uğraşanların da kullandığı yer olarak bilinir ne geldi ne gitti. Bunları boş ver dediklerime odaklan’’ dedi. Kadran kafasını salladı onun sözlerini iyi dinledi, ilk kez kendisiyle bu kadar uzun konuşuyordu. Bundan sonra tek başına hareket edecekti, başarıp başarmayacağını bilmiyordu ama içinde tarif edilemez bir coşku ve heyecan vardı. Adını bile doğru dürüst koyamıyordu.  Kadran Borla’nın yanından ayrıldı ve kapıya doğru yürümeye başladı, arkasını dönüp baktı. Borla ona git işaretini yapıyordu.  Etrafına bakınarak salınarak yürüyordu insanları izlemeyi öğrenmeliydi. İlk amacı kapıdan içeriye girmekti. Daha önceki tecrübelerine dayanarak karışıklık ve kargaşadan yararlanmalıydı. Fırsatları kollayıp içeriye girmenin bir yolunu bulmalıydı kalabalığa karıştı. O ilerledikçe kalabalık artıyordu. Bir kez daha arkaya baktığında gözleri onu göremedi. Küçük bedeni ile kalabalığın arasından geçmeye çalışıyordu. Yüzünü sertleştirmiş ve göz yaşlarını zorlamaya başlamıştı. Büyük kalabalığın arasına girmeye başladığında insanların birbirlerine sürtüşmesinin arasında kalmıştı, olduğu yer giderek darlaşıyordu. İnsanlar Borla’nın gece kuşlarını yendiğini öğrenmişti ve Krimor da yaşanan olayların farkındaydılar. Borla’nın şehri yok edeceğini düşünmeyenler olsa bile düşünenler de bir hayli fazlaydı.

Kadran bazılarının bacak arasını açıp da geçiyordu yere baksalar bile onu görme şansları yoktu. Uğultular, sesler, bağırışlar ve küfürler. Kapının önüne askerler ağaçtan set kurmalarına rağmen kendilerine bekliyor içeriye kimseyi geçirtmemeyi çabalıyorlardı. Askerler kalabalığı tutmayı başarmışlardı. Kadran onların bacak aralarından geçse bile içerideki askerlerin onu yakalayacağını düşünüyordu. Şehrin bu tarafında güvenlik önlemleri arttırılmasına rağmen Borla ve Kadran zamanında asansör bölgesine gelmişlerdi. Kargaşa daha çok büyüyordu Kadran askerlerinin dibine kadar girmişti. İnsanların bacak aralarında olduğu için kimse tarafından görülmemiş fakat bacak aralarından geçtiği fark edilmişti.  Askerlerinin bir tanesinin ayağına tekme atıp ve sertçe bastı. Asker ayağını kaldırdı aşağıya baktı fakat kimseyi görememişti.  Dengesini kaybetmesini fırsat bilip insanlar onu ittirip devirmeyi başarmışlardı.

Bir askerin yere düşmesi halkın oradan içeriye girmek için zorlaması ile askerlerin barikatı tamamen bozulmuştu. Kadran bunu fırsat bilip sonunda diğer insanlarla birlikte içeriye girmeyi başardı.  İnsanlar içeriye girerken bir grup asker onların ilerleyişini durdurmak için karşılarına geçmiş ve kılıçlarını çekmişlerdi. Kadran kalabalığın arasından sıyrıldı ve başka yöne yöneldi.  Dur! Diye asker bağırmıştı. Kadran arkasına döndüğünde karşısına iki asker çoktan gelmişti. Askerler giderek kalabalıklaşmış ve kısa süren kargaşadan sonra tekrar kontrol ele almışlardı.

 

‘’Nereye gittiğini sanıyorsun?’’ diye sormuştu. Kadran başını yukarıya kaldırıp askerlere bakmıştı. Gözleri yaşlı parmağı ile asansörü gösterip ‘’Ailem oraya gitti. Ne olur beni de alın’’ dedi. Asker ‘’Oraya gitsen bile aileni bulabilecek misin? Çoktan gitmiş olabilirler’’ dedi. Kadran ‘’Onlar beni almadan hiçbir yere gitmezler oradalar lütfen’’ dedi. Askerler birbirlerine baktılar. ‘’Ne yapalım?’’ diye sordu bir tanesi. Kadran ‘’Kaybolursak seyahat kayıt yerinde buluşacaktık’’ dedi. Kadran göz yaşlarını artık tutamıyordu. O sırada askerler çocuğu buraya getirmelerini söylemişti. Askerler onu yaka paça tutup asker grubunun içine attılar. Kadran

 

‘’Ağabeyimin elini tutuyordum birden elimi bıraktı ve onu bulamadım. Lütfen yardım edin!’’ dedi. Başka bir asker ‘’Bırakın geçsin!’’ dedi. ‘’Her çocuğu böyle geçirirseniz işimiz var demektir.’’ Dedi. Kadran soğuk kanlılığını korumaya çalışıyordu.

 

‘’Bütün davetiyeleri babam taşıyordu. Üç tane almıştık benim yaşım küçük diye vermediler’’ dedi. Kafasından bir şeyler uyduruyordu tutarsa ne ala ama tutmazsa yapacak bir şeyi yoktu. Çoktan ölmesi gereken çocuk değil ölümü geciktirmeyi başarmıştı. Askerler çocuğun etrafında idi. Her biri farklı soru sorurken diğerleri insanları dışarıya çıkarmaya başlamıştı.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 1 Yorum