Kelime Sayısı:1567
Zaman çabuk aktı ve dünya değişti, insanlar şimdi iyi rüya görebilmek için daha çok uyuyorlar. Geriye sadece iyi olan rüyalar kaldı.
1.Bölüm
Soğuk,buz ve fırtına son on dakikanın özeti buydu.Birinci adam ağır yaralıydı,kanaması durmuş fakat uzun süre yaşaması görünmüyordu. Kadının durumu da pek iyi görünmüyordu. Soğuk bedenini kemirirken bir türlü ısınamıyordu,sessiz bir şekilde bedeni donmaya başlamıştı. Son adam her ikisinin yakında öleceği bilen birisiydi. Adam yarasından dolayı kadın ise donarak ölecekti. Bir kaç gümüş elde etmek için yola koyulduklarında aynı hedefe giden bir grup ile çatışmak zorunda kalmışlardı,birinci adam ağır yaralanmıştı,elleri boş dönerken yakalandıkları buz fırtınası yüzünden kadın kötü duruma düşmüştü. Aralarında en sağlam son adam ayağa kalktı. Yakınlarda umumi tuvalet olduğunu biliyordu,arkadaşlarını yalnız bırakarak fırtınanın içinden yürümeye başladı. Fırtına onu sağa sola savurmak istese de o dimdik gitmek istediği yere doğru ilerliyordu. Başında ki kavuk ile kulaklarını kapatsa da olağanüstü fırtınanın uğultusu kulaklarını tırmalıyor,beynine girip orada dolaşıyor sonra kayboluyordu. Görüş mesafesi çok düşüktü,Tuvaleti bulması bile bir mucize olabilirdi. Gökyüzünden yağan buz parçacıkları fırtına eşliğinde etrafında dönüyordu. Kapıya çok yakın bir yerdeydi,yüzünü arkaya çevirip geriye bıraktığı arkadaşlarına baktı. Onlara ne olacağın farkındaydı, açık alanda durmak istemiyordu.
İçeriye girdi,bir kaç adım attığında erkekler tuvaletine girdi. İçerisi harabeye dönmüştü. Musluğun başına geldi. Suyu sonuna kadar açtı,suyun lavabo’ya akmasını bekledi,elini altına tuttu.Bir damla su soğumuş olan eline damlamıştı. Avucunun içinde ki suyu kurumuş dudağı ile yaladı.En sonra ki tuvaletin kapısını açtı,içeriye geçti ve kapıyı kapattı.Sırtında asılı olan Yatağan’ı,H-2’yi duvara dikledi. Klozete oturup beklemeye başladı. O sırada içini biraz ısıtmak için paltosunun iç cebinden sigarası ve çakmağını çıkardı,yaktı. Sigara dumanını olabildiğince içine çekmiş ardından kafasını havaya kaldırarak dışarıya salmıştı. Havanın soğukluğu ve sigara dumanı ile birleşince içerisi epey duman olmuştu.Dışarıdan yol arkadaşı fırtınanın sesine karışmış kadının sesini duydu. Sesi bağırarak kesilmişti. Ne ile karşı karşıya kalacağını bilmiyordu,bunun bir önemi de yoktu. Önemli olan tek şey bu tuvaletten sağ çıkmaktı. Onu bulmaları pek uzun sürmeyecekti. Tuvalet kağıdını kullandıktan sonra ayağa kalktı. Sigarası klozetin arasına sıkıştırdı. Yatağan kılıcını ve H-2 keskin nişancı tüfeğini tuvaletin içinde bıraktı. Tuvaletin tavanı alçak ve çürümüştü. Elini tavana yaklaştırdı. Tavan sertleştirilmiş odundan yapılsa da onu kaldırıp üste havalandırmaya çıkabilirdi. Fırtına biraz dinmişti.
Ateşin karşısındaki kadını öldürmüştü, adam ise geldiğinde ölmüştü. Etrafına bakınırken gözleri ayak izlerine takıldı. O an ateşin karşısında üç kişi oturduğunu anlamıştı. Fırtına şiddetti olması ona engel değildi. Bir insandan çok daha güçlü sezileri vardı. Gözleri ile ayak izlerini silinse bile takip edebilirdi. Adımlarını sıklaştırdı,izlerini takip ettiğinde bir umumi tuvalete çıktığını görmüştü. Kapı açıktı içerisi buzla dolmuştu. Harabeye dönmüş bu tuvalette buzların üzerinde ki ayak izlerine baktı. İlk tuvalet kadınlar tuvaletiydi. Onun önünde durdu kapı aralıklı kapatılmıştı. Yere baktığında adamın ayak izlerinin burada durmadığını anlamıştı. Ayak izleri erkekler tuvaletine doğru gidiyordu. Dışarıda iz takip etmek zordu ve izler kolay silinirdi. Kapalı mekanda ise havadan yağan buzlar sayesinde takip kolaylaşmıştı. İçeride birikmiş fazla buz yoktu. Erkekler tuvaletine giren izin ıslaklığı vardı sadece. İzleri iyice incelediğinde izin bir erkeğe ait olduğunu anlamıştı. Kollarının uzunluğu dizine kadar varıyordu. Parmaklarından çıkan tırnaklar keskinleştirilmiş bir kılıçtan daha keskindi. Zayıf bir vücudu olmasına rağmen derisi tamamen kasla kaplanmıştı. Yakın dövüşte dakikalarca yorulmadan dövüşebilecek kuvveti vardı. İçeriye adım attığında buz taneciklerine basmış ve ses çıkarmıştı. Kafası aşağıya indirip ayak uçlarına baktı. İçeride ki kendisinin tuvaletin önünde olduğunu anlamıştı. İki adım atarak içeriye girdi. Aynalar,lavabolar tuvaletler ve üç kabin vardı. Bir adım daha atıp kabinlerin bir tane daha olduğunu fark etmişti. Girişte ki kapının yanında özel bir bölme vardı.Tuvaletlerin bütün kapıları aralık olmasına rağmen içeri tam anlamıyla görülemiyordu. Tavanda ki ışık ara sıra kesiliyor gibi oluyor sonra tekrar yanıyordu. Kabinlerin hepsinin altına baktığında sadece bir tanesinde silah olduğunu görmüştü. Adam kabinlerin içinde veya özel bölmede saklanıyor olabilirdi. Daha fazla ilerlemeden ayak izlerini kontrol etti. Ayak izleri en sonda ki tuvalette bitiyordu. Kabinin üzerine çıkan bir sigara dumanı vardı ve muhtemelen uzaktan yere diklenmiş olan silahın kabzası görünüyordu.
İlerledi ve sigaranın geldiği kabini açtı. İçeride bir kılıç,keskin nişancı tüfeği ve klozete sıkıştırılmış bir sigara. Parmaklarından bir tanesini sigara’ya uzattı. Yakılalı bir kaç dakika olmuştu.Adamın saklandığını ve kendisinin geleceğini bildiğini düşündü. Fırtınada kadını ölmeden önce bağırmıştı. Onun sesini duyup saklanmıştı. Kafasını kaldırıp tavana baktı. Çürümüş tahtalar vardı,havalandırmaya adamın saklanabileceğini düşündü. Onun fazla bir seçeneğinin olmadığını biliyordu.Kılıcını ve tüfeğini bıraktığına göre uzun mesafeli bir dövüşe girmeyi umuyordu. Belki silahında sadece bir mermi vardı. Tuzağa düştüğünü kabine girince anlamıştı. Adam ya tavandaydı ya kabinlerden biriydi. Bu karşılaşmada en büyük avantajı adamın karşısında bir Jekoms’un olduğunu bilmemesiydi. Neyle karşılaşacağı bilmeden hazırlamıştı tuzağını hasar gücü yüksek bir silah elinde yoksa kendisinin sağ çıkması ihtimaller dahilindeydi.Ayak izleri burada sonlanmıştı,parmak izlerini kontrol etmeye başladı,tavanda parmak izi vardı ama fazla değildi. Bir insanın en kötü ihtimal beş parmağının olduğunu düşünürse tavanda sadece bir parmak izi vardı. Kabini ve tuvaletleri kontrol etti,parmak izleri oldukça fazla idi. Merak ettiği durum kabinin üzerinden diğer tarafa geçip geçmediği idi. Kabinin altı yerden yüksek olmasına karşın ayakları gizlemişti. Bunu yapabilmesi için klozetin üzerine çıkması veya iki kabin arasına ayaklarını dayayarak sabit kalması gerekliydi. Beklemenin bir anlamı olmadığını düşündü ve kabinden dışarıya çıktı. İlk girdiği kabinin yanında ki kabini parmak ucu ile kapısını itekledi. Kapı içeriye doğru açıldı. İçeride kimse yoktu. Aynısını diğer kabinlere de gerçekleştirdi.
Fırtına şiddetini yeniden arttırıyor ve uğuldamaya başlıyordu. Bölgeye gitti ve içini kontrol etti. Birkaç yıl önce ölmüş bir iskeletten başka bir şey yoktu. Adamın saklanabileceği tavana çıkıp havalandırma da saklanmasıydı.Karşısında işinde uzman birisi olduğunu anlamıştı. Fırtına şiddetini ne kadar arttırırsa arttırsın çürümüş tavanda ayak sesini duymaması imkansızdı. İçeriye girdiğinden beri adam hareket etmiyordu. Elini çürümüş tavana attı.Tahta çatırdadığında tavan arasında ki adam tahtayı kaldırıp kendini aşağıya bıraktı Jekoms adama baktı hiç vakit kaybeden koşmaya başladı. Adama çok dikkat etmedi fakat elinde pompalı olduğunu farkındaydı. Hızlıca atılmak istedi üzerine adam henüz ayağa kalkmamıştı,Jekoms’un hızı karşısında ayağa kalmadan ayağında asılı olan pompalısı hızlıca çıkarmıştı ve ateşlemişti. Jekoms atılan saçmadan kaçamadı ve saçmanın gücü ile geriye fırlayıp duvara çaptı,yüzünün üzerine düştü. Adam ayağa kalktı saçma onun karnına isabet etmiş ve büyük bir delik açmıştı. Jekoms’un yeşilimsi kanı akıyordu. Adam onun için bir kaç saniye bekledi. Jekoms sadece parmaklarını biraz oynatabilmiş ve can vermişti. Pompalısı açtığında içinde ki her iki boş kovanı dışarıya çıkardı,geriye 44’lüğünde ki tek mermi kalmıştı. Kamasını çıkardı ve Jekoms’un başına geldi. Onun cansız bedeni belki bir kaç gümüş ederdi. Kabinde ki silahları sırtına tekrar astı,Sigarasını içmeye devam etti. Şehre dönene kadar başka maceralardan uzak durmalıydı. Arkadaşlarından geriye kalan silah ve mermiler bir gün daha yarı tok gezmesine yeterdi.
…
Ayça 17 yaşına geldiğinde uzun zamandır ailesi ile paylaşmak istediği bir düşünceyi bir yemekte onlara söylemişti. Bundan bir yıl önceydi. Onlara
”Dış dünyayı görmek istiyorum” dediğinde babası ve annesi tedirginlikle birbirlerine bakmışlardı. Annesi ona
”Bu kelimeyi çok yüksek sesle söyleme!” diye ikaz etmişti. Konuşmanın içeriğini daha fazla hatırlamak istemiyordu. Bir yıldan beri odasından dışarıya çıkarılmıyordu. Odasında bir den fazla elbisesi vardı,yatağı,banyosu,televizyonu,bilgisayar’ı hatta interneti bile vardı. Kasabada ki hiç bir insanın böyle imkanlara sahip olamayacağını iyi biliyordu. Fakat o inatla dış dünya’yı görmek istiyordu. Yok olmuş kıta üzerinde yürümek dünyanın karanlık tarafında kimsenin yaşayıp yaşayamayacağını öğrenmek istiyordu. Niyetinden vazgeçecek değildi,bir yolunu bulup kaçacaktı. Evde oturmak çok boştu. Televizyon vardı fakat günde sadece iki saat yayın yapılıyordu. İnternet vardı fakat çoğu sayfa artık kullanılmıyor arama motorlarında bir kaç sayfadan başka site çıkmıyordu. Bilgisayar’ı sadece müzik dinleme aracıydı,kayıtlı müziğin varsa. Klavyenin yanında şarjda tuttuğu cep telefonu vardı fakat içinde hiç bir kayıtlı numara yoktu. Oda hapsinde yaptığı en zevkli iş kitap okumaktı. Kitapları üç gruba ayırmıştı,eski kitaplar,yeni kitaplar ve saçma kitaplar. Yeni kitaplar birbirinin kopyası hayatta kalma tüyoları,seks hikayeleri ve iyi rüya görmek için yapılması gerekeni yazan kitaplar sürüsüydü. Yeniydiler ve bir kesimi kandırmak için ideal kitap grubuydu. Saçma kitaplar birbirinin aynısı komedi,aşk ve dünyayı kurtaran erkeği,kadını veya her ikisini konu alan kitaplardı. Dünyanın yeniden eski haline dönebileceğine inanmak bile başlı başına saçma düşünceydi. Eski kitaplar eski dönemlerde geçen kitaplardı. En sevdiği kitaplar bu kitaplardı. Onların içinde de anlamsız kitaplar vardı. Ayça insanlığın kafasının değişmediği o kitaplara denk geldiğinde anlıyordu. Elinde Borazan adlı kitap düşmüştü. Vıcık bir aşk hikayesiydi. Ana karakter belki yüz bin kez işlenmiş liseli kızdı. Erkek karakter bir günde üç farklı kadınla yatabilecek kadar vakti olan işsizdi. Tanıştılar,seviştiler ve evlendiler. Sonra ayrıldılar her ikisi başkaları yatıp kalktılar. Araya töre ve kan davası girdi. İşler yoluna girmeye başladığında mafya onları tekrar ayırdı. Tam mutlu olacakken zombi virüsü yayıldı ortalığa. 58 baskı yapmış kitaptan çok daha fazlasını bekleyebilirdi. Ayça sinirleri bozulup kitabı fırlatmak istedi fakat kendisine güçlükle engel olabildi. Kitap ne kadar boktan olursa olsun okuyacak ne kalmıştı ki geriye? diye kendi kendisine sordu. Sorusu kimse cevaplayabileceğini tahmin etmiyordu. Oturduğu sandalyeden ayağa kalktı ve kapının önüne geldi. Kapıya vurdu.
”Dışarıya çıkmak istiyorum çıkarın beni buradan? İzin verin pencereden bakayım” diye yalvardı. Dört duvar arasında dışarıyı bile göremiyordu. Kapıyı yumrukladı,dışarıdan ses gelmemişti. Kendisini yatağının üzerine öylece bıraktı. Kaldığı odadan dışarıya çıkmanın yolunu bulmak için kitaplara veya internete başvurması gerekiyordu. Koca bir senede okuduğu kitapların hiç birince böyle bilgiye rastlanmamıştı. Kitapları düşündüğünde aklına bunca kitabı bir silah olarak kullanmak gelmişti. Odada kitaptan bol bir şey yoktu. Kitaplığında ki bütün kitapları yere saçmaya başladı. Hepsini yere fırlatıyordu. Kitaplığının kapısının yanına götürecek kitapları orada yeniden raflara dizecekti. Aklında ki fikir çok saçmada olsa denemekten başka bir çaresi yoktu. Göz göre göre kendisine zarar vermeyeceklerini iyi biliyordu.
Kitaplığı kapıya doğru sürüklemeye başladı. Uzun ve geniş bir kitaplık olmasına rağmen oldukça hafif bir ağaç türünden kapılmıştı. Kitaplığı kapının yanına yerleştirdi. Yere saçtığı bütün kitapları toplayıp kitaplığa koydu. Ayça
”Zaman her şeyi çözer ah şu beklemek olmasa” okuduğu bir kitap veya dinlediği bir müziğe ait bir cümleydi. Kitaplığın yanına çöktü,sırtını duvara yaslandı.