İnsan Avcısı 5 Bölüm[Final]

Kelime Sayısı:414

5 Bölüm

Bir haftadan biraz fazla sürede dedikleri yere ulaşmışlardı. Oğlunu kasabadan uzak yere yerleştirmişti hiçbir yerde canavarın olmadığına kanaat getirdiğinde harekete geçmek için geceyi bekledi. İnsanların zayıf ve güçsüz olduğunu biliyordu ama bazıları zırhlı ve onunla mücadele etmek için gerekli cesarete sahiplerdi. Akşam saldırmayı uygun gördü, insanların çoğu uyurken o harekete geçecekti. Saldırıp boş yere kan dökmektense sadece bahçesinde türlü otları olan bir evde ki otları toplayacaktı. Onu görürlerse ve saldırırlarsa çekinmeden saldıracaktı ama onlar harekete geçmediği sürece onlara dokunmayacaktı.

Beklediği zaman geldiğinde geceleyin kasabaya yaklaştı, gizlenme ihtimali vardı ama görünmesi oldukça kolaydı. Uzun boyu ve geniş omzu ile saklanmaya müsait vermiyordu.  Ağaçların olduğu taraftan ilerliyordu, otların olduğu ev fazla içeride değildi ama kasabanın merkezine yakındı.  Kendisini gizleyebilecek ağaç kalmadığında görünüyordu. Yere güçlü ve hızlı basmıyordu sallantı olmasın diye bulanık gökyüzün yeterince kasabayı aydınlatmıyordu. Bir dakika yürüdükten sonra evin arka bahçesine geldi. Otları elleri ile kopartırken ayağı ile bahçe çitini parçalamıştı.  Bastığı yere baktı.  İçeride ki adam pencerenin önüne geldiğinde onu görmüş ve bağırarak dışarıya çıkmıştı. Sokaklarda koşup yardım istedi. ‘’Canavar!’’ diye bağırıyordu. Kasabada ki askerler adamın geldiği yere doğru koştular evlerinde ki olanlar uyandı.

Zaleyan başına gelecekleri umursamak yerine ot toplamaya devam ediyordu. Çok fazla toplamalıydı ki ihtiyacı olmasın ve oğlunu uzun süre yetecek kadar olmalıydı.  Askerler olay yerine geldiklerinde Zeleyan’ı görmüşlerdi ne tür canavar olduğunu anlayamadılar ilk defa uzun ve cüsseli canavar görüyorlardı.  Uzakta ki okçu yüzüne ok fırlattığında Zeleyan yüzünü ters tarafa dönmüştü. Ok yüzüne çarpıp sekmişti. Zelayan yeterince ot topladığında doğruldu, toplayacak ot bırakmamıştı. Askerler ayaklarına saldırmaya kalktıklarında boştaki elini aşağıya indirip etrafında ki askerleri dağıttı.  Askerler geriye doğru fırlamıştı, zırhları sayesinde küçük sıyrıklar ile atlatmışlardı. Zeleyan hızlıca kasabanın içerisine girdi. İnsanların arasına karıştı, insanlar kaçıyorlardı çocuklarını alıp gidiyorlar ki kimileri değerli eşyaları ile kaçıyorlardı. Bu küçük insan topluluğa sadece kendini göstererek dağıtmayı başarmıştı.

Askerler peşinden koşarken o evin sahibi bulup durdurmuştu ve topladığı otlardan gösterdi. ‘’Daha fazla nerede?’’ diye sordu. ‘’Ölürsün. Söyle yaşarsın’’ diye tehdit etti. Yarım yamalak insan dili onun çok işine yarıyordu.  ‘’Şehir girişinde bahçede çok var.’’  Dedi. Zeleyan ‘’Ne taraf?’’ dedi. Adam ona ne tarafta olduğunu söyledi. Zeleyan hareket etmeye başladı, askerler peşindeydi fakat o hızlı yürüdü evleri yıkarak ilerlediği için bir süre sonra askerler onu takip edemediler enkaz altında kalan arkadaşlarını kurtarmaya çalıştılar.

Zeleyan geri döndüğünde otları ile oğlunu tedavi etti. Oğlu ‘’Bunlar bittiğinde ne yapacağız?’’ diye sordu. ‘’Burada duramayız oğul şehirde bahçe varmış oraya gideceğiz.’’ Dedi. Oğlu ‘’Orada çok asker olacak ve bizi’’ dedi. Zeleyan ‘’Yaşamak için ölmeyi göze almalıyız’’ dedi.

 

Final

İnsan Avcısı kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

İnsan Avcısı 4 Bölüm

Kelime Sayısı:422

4 Bölüm

Baba ve oğul oldukları yeri geride bırakmışlar. Yolculuk son derece yavaş devam ediyor. Zeleyan izlerini kaybettirebilmek için iki saat nehirde yürümüşlerdi. İnsanlar nehirde izlerini takip edemediklerini biliyordu.  Sonrasında oğlunu bir ağacın dibine saklamıştı. Ormanın derinliklerinde olması insanların ulaşamayacağını anlamına geliyordu. Birçok insan onlara zarar veremezdi fakat gören gözler askerlerin etrafa sarılmasına neden olurdu.

Zeleyan birkaç saat içinde aradığı otu bulmuştu. Oğlunu bıraktığı yere döndü iki Mikrofar oğlunun etrafında idi. Hızlıca koştu, zıpladı ve yuvarladı. Oğlunun yanına ulaşamasa da yakınında idi. Mikrofarlar onu görmüştü. Birkaç adım gerilemişti. Küçük insan boyunda ki Mikrofarlar uzun suratı ve dişleri sayesinde ormanda ne bulursa diyorlardı. Sayıları fazla olursa köylere kadar iniyorlardı.  Sayılarının iki olması zarar veremeyeceğini anlamına gelmiyordu. Zıplama ve hız konusunda oldukça iyilerdi, küçük ve hafif olmaları saldırılarını son derece seri yapabiliyordu.  Karşılarında yaralı Orukanda olması iştahlarını kabarttığını Zeleyan anlayabiliyordu.

Hırıltılı ses çıkarmıştı. Onun sesine Mikrofarlar vızıldamaları ile cevap verdiler. Zeleyan bir adım daha attıklarında hemen oradan koşarak uzaklaştılar. Zeleyan oğlunun yanına geldi.  ‘’Baba ben kendim başa çıkabilirdim’’ dedi.  Zeleyan ‘’İki tanesi ile başa çıkabilirsin ama ya diğerleri’’ dedi.  Zeleyan arkasını döndüğünde Mikrofarlar sesini duydu. ‘’Geliyorlar kendine güvenli bir yer bulmalısın’’ dedi. Gittikçe kalabalıklaşıyorlardı. Zeleyan ileriye doğru yürüdü. Oğluna uzaklaşmak için zaman tanıdı. Mikrofarlar saldırıya geçti, Zelayan ağzını açtı ve ağzından çıkan buz yere isabet edince yeri dondurdu.  Mikrofarlara zarar vermemişti, onun etrafından dolaştılar Zeleyan ileriye doğru zıpladı dört tanesinin üzerine yığıldı, bir eli ile kafasını ezerken diğerini kafa atarak öldürdü. Boştaki elinin pençeleri ile başını kopardı.  Sağ kalan onun omzuna pençe attı fakat pençeleri işe yaramadı gibi kırılan olmuştu.

Sert vücudu karşı saldırılara karşı iyi zırh olarak görüyordu.  İkisini sırtına binmişti pençeleri ile ensesini kesmeye uğraşıyorlardı. Zeleyan etrafından döndü bir tanesini kolundan yakalayıp yere fırlattı, diğerini almaya çalışırken etrafı sarılmıştı ve üzerine zıplayanlar olmuştu. Elini yukarıya kaldırıp avucunun içinden buz çıkartarak üç tanesini sendeletip geriye düşürdü. Önündekilere pençe atıp kafalarını gövdelerinden ayırmıştı. Arkasına dönüp sendelettiklerini bekletmeden öldürdü. Geri kalanları kaçmıştı. Zeleyan oğlunun yanına gitti. Onun yanına gelen Mikroforlar da kaçmışlardı.  Zeleyan oğlunun yarasına baktı, yara derinleşmemişti. Fakat kötüye gidiyordu.  Zelayan otu onun yarasına sürdü. ‘’Yakıyor’’ diye sızlandı oğlu.  Zeleyan ‘’Karakan saldırısından daha fazla acıtmıyordur.’’  Dedi. Oğlu bir şey söylemedi. Elde ettiği yaprakları koparıp yaraya yedirdi ve yaranın içine soktu. Oğlu biraz doğrulmuştu.  Zeleyan ‘’Yola çıkmamız gerek’’ dedi. Oğlu

‘’Bu otlardan burada daha fazla yok mu?’’ diye sordu.  Zeleyan ‘’Daha fazla yok ama bunların yetiştiği bir yeri biliyorum uzun zaman önce oradaydım. Oraya gideceğiz buradan çok uzakta olmaması gerek belki bir haftada ulaşırız.’’ Dedi. Oğlu ‘’Ya ölürsem!’’ diye sordu.  Zeleyan ‘’Elimden geleni yapıyorum’’ dedi.

İnsan Avcısı kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

İnsan Avcısı 3 Bölüm

Kelime Sayısı:698

3 Bölüm

Eğer başka birileri ona yardım etmediği sürece. Gece izlerin peşine düşmesi iyi idi. Sıcak azdı ve gece gücünü artırıyordu. Köye girmekten başka çaresi yoktu. Kendisine tuzak kurulmasını önemsemeyecek kadar zor durumdaydı. Oğlunun öylece ölmesine izin vermeyecekti.  Orman yolunu ve avcıların bıraktığı izleri takip ederek Ormandan dışarıya çıktı. Köyün girişine geldiğinde ilk evle karşılaştı. Ortalıkta iki ayyaştan başka kimse yoktu. Ne yapacağını bilmiyordu ama insanları evlerinden çıkartmak zor değildi. Ağaçtan yapılan insan evlerinin yeterince güçlü olmadığını iyi biliyordu.

Bağırma gereği duymadı, nasıl olsa onun gelişi ile bütün köy ayaklanacaktı. Önüne gelen ilk evin çatısını pençeleri ile parçaladı.  İçeriye baktı ‘’Şifacı!’’ dedi. İki kadın çığlıklar atmaya başladı. İnsanlar dışarıya çıkmaya başlamıştı gördükleri Orukanda onları korkuya düşürmüş kaçmaya başlamışlardı. ‘’Şifacı gerek. Zarar vermeyeceğim Şifacı gerek. Zarar yok, ölüm yok, korku yok.(İnsan dili)’’ demişti.  Henrik, Fusulla, Dyubet ortaya çıkmışlar kılıçlarını çekmişlerdi. Henrik ‘’Bizim dilimizi konuşabiliyor’’ dedi. Fusulla ‘’Savaşalım mı yoksa?’’ derken Dyubet

‘’Bir canavarla anlaşmak mı?’’ güldü.  Henrik ‘’Daha önce antlaşmış belli ki bizim dilimizi öğretmiş.’’ Dedi. Dyubet ‘’Belki de bizimkiler tarafından köle olmuştur. Anlaşmak delilik’’ dedi. Fusulla ‘’Dyubet ve Henrik siz arkadan dolaşın ben onunla konuşacağım eğer anlaşamazsak saldırırız’’ dedi. Dyubet iç çekerek oradan ayrıldı ve Henrikte öyle.

Zeleyan köyün içine doğru yürürken kendisine tek kılıç çeken kadın vardı. Oldukça sert bedeninde kemeri ve pantolonu vardı. Kemerinde kuru kafa vardı insan kuru kafası. Pençeleri kılıçtan daha keskindi. Sıradan Orukanda dan daha küçüktü ama bedeninde siyah benekleri vardı. Fusulla tam olarak ne olduğuna karar veremedi. Yetişkin Orukanda yaşıtlarından çok daha farklıydı. Zeleyan

‘’Avcı ot gerek, Karakan yarası gerek. Hemen nasıl ot bilmiyor. (insan)’’ dedi. Fusulla belinde ki çantasından kitabını çıkardı ve ona resmi gösterdi. Fusulla ‘’İşte bu ot iyi gelir Karakan yarasına iyice bak. Nerede bulabilirsin bilemem’’ dedi. Zelayan

‘’Bilen yok?’’ diye sordu. Fusulla edebileceği kadar yardım etmişti garipti, insan dilini öğrenen canavarlar vardı fakat Orukanda bunu nasıl başardığını merak etmiyor değildi. Görüşüne göre onun yarası yoktu. Karakan ile boğuşmuşa benzemiyordu. Onu anlaması güçtü zaten olayı da sorması onu sinirlendireceğini tahmin etti.  Zeleyan daha soru sormadı. ‘’Sen iyi’’ dedi ama etrafının dolaşıldığının farkındaydı. Arkasını döndüğünde önünde Dyubet vardı. Zeleyan

‘’Savaş yok barış var. Savaş var ölüm var. Kıpırdamak var ölüm var’’  dedi. Fusulla Henrik’e Henrik ise Dyubet’e işaret etmişti. Dyubet onun yolundan çekilmişti. 3 metreden fazla boyu olan Orukanda savaşmak konusunda çok iyiydiler.

O gittiğinde her şey durulmuştu, köylüler tedirgindi ve ilk kez canavarın konuştuğunu duyanlar olmuştu. Köylüler Canavar avcılarına kızgındılar. Dyubet ise onun yakınındayken soğukluğunu hissetmişti. Henrik’te bu görüşe katılıyordu. Voryo ise yatağından onları dinliyordu. Dyubet ‘’Siyah beneklerini bilemem ama elemental güç kullanıcısı olduğu kesin. ‘’ dedi. Fusulla ‘’Ağzından çıkan soğuk havayı bende gördüm ama Orukanda doğuştan bu özelliği almış olamaz ya da biz evrimleşmiş bir türe denk geldik’’ dedi. Henrik

‘’Bana kalırsa bu Orukanda büyücülerle bir alakası olabilir. Klon değil çok gerçek ama Soğuk gücü anlam verebilmek çok zor’’ dedi. Voryo ‘’Peşine düşmeyeceksek kafa yormanın alemi yok’’ dedi. Herkes susmuştu kimse onun peşine düşmeyi düşünmüyordu ama yine de Fusulla sabahleyin erken saatlerde onun bıraktığı izleri takip etti. İzler onu Botandi’ye götürmüştü oradan sonra en ufak ize yaslamadı. Ormanın sonuna kadar gittiğinde iyi Orukanda izi görmüştü fakat Nehirde kayboluyordu. Daha fazla ilerlemedi. Dönüş yolunda bir kurt öldürmek zorunda kalmış birisi de ağır yaralamıştı. Kurt sürüsü başına gelmeden önce köye geri dönmüştü.

Canavar Avcıları Voryo’nun kendisini iyi hissetmeye başlaması ve yürüyebilecek seviyeye gelmesi üzere köyden ayrılmaya karar verdiler. Botandi ve Uran ölmesine rağmen köyün Ayanı Orukanda’yı öldürmeyen veya öldüremeyen Canavar Avcılarına ödülünü vermek istemedi. Dyubet zorlayınca köylüler ellerine geçirdikleri sopalarla üzerlerine yürüdüler. Köylüleri kılıçtan geçirmek zor değildi ama basit bir ödül için köyü mezbaha çevirmek kralın hoşuna gitmeyeceğini bildiklerinden ve bu sonradan acısını kendilerinden çıkartmak isteyeceği için bir şey yapmadılar. Dyubet bu köyü Vorya’nın haritasına kaydettirdi daha sonra boş vaktinde gelip köyün ayanını öldürecekti. Herkes onun neden burayı eklettiğini iyi biliyordu. Kimse sesini çıkarmadı çünkü diğerleri de kızgındı. Köyün evlerinden bir tanesinin çatısını uçurmaktan başka bir şey yapmayan Canavar öylece terk etmişti orayı. Ayan oradan geçen devriye askerlere durumu anlattı. Onlarda ormanı taradılar bir şey bulamadılar. Canavarlar ve Canavar Avcıları sonu ölümle bitmeyen ayrılık yapmışlardı.

Bu olay diyarda daha kötü yankılanacaktı hatta Canavar Avcılarının canavarları çağırdığı bile ortaya atılacak ve bunlara inananlar azımsanmayacak kadar olacaktı. O günlere daha vardı.

İnsan Avcısı kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

İnsan Avcısı 2 Bölüm

Kelime Sayısı:711

2 Bölüm

Zelayan söz vermişti onları. İstedikleri ne varsa verecekler fakat onların beklemeye niyeti yoktu. Hemen almayı düşündüler istediklerini aldıklarında zaten Zeleyan’a ihtiyaçlarını olmayacaktı. Daha önce bir çocuk öldürmüş olan Botandi ve bir adamı Podagonist’te(İnsandan Uran’a dönen türe verilen ad) dönüştüren Uran ve olayın üzerinden bir hafta geçmesine rağmen henüz peşlerine kimse düşmemişti sadece ormanda avcılar görmüşler onlarda korktuklarından daha ilerlememişlerdi. Sahipsiz bu köyü insansız bırakmaya karar vermişlerdi.

Botandi ormanda iki insanın kokusunu almıştı ve alır almaz harekete geçmişti.  Sürüngen yaratık olmasının avantajlarını koruyordu. Özellikle botanikten çok iyi anladığında kendisini orman ile bütünleştirmişti. Bu ona oldukça iyi kamuflaj sağlıyordu. Ağacın ardından iki insana baktı. Sırtlarında kılıçları vardı.  Köylü değillerdi. Botandi sinirlenmişti. Askerlerin buraya geleceğini düşünmemişti.  Saldırma planından vazgeçmedi, ağaçları takip edip onlara yaklaşıyordu. Biraz yaklaşınca durdu. Çevreyi inceliyorlardı. İzlere bakıyordu. Botandi onları başta avcı zannetti. Askerler böyle şeylerle ilgilenmeyeceğini iyi biliyordu. Daha da yakınlaştı. Mesafeyi 5 metreye kadar düşürmüştü fakat insanlar halen izleri kontrol ediyordu. Birisinin kadın olması Botandi’nin işini kolaylaştıracağı benziyordu. Yeterince yaklaştığını düşündü.

Harekete geçme zamanıydı ve bir anda hızını kullanarak harekete geçti. Ve erkeğin üzerine atıldı. Dyebet birden ayağa kalkıp kılıcını çeker çekmez onun başını kesmişti. Botandi yere düşerken başsız düştü. Başı başka yere yuvarlanarak durmuştu.  Fusulla ‘’Normal avcı zannetti bizi’’ dedi. Dyubet kahkaha attı. ‘’Ne güzel işte beleşten Botandi avladık sanırım bu genç olanlarından hızlı ama tecrübesiz’’ dedi. Fusulla ‘’Her zaman bu kadar şanslı olmayabiliriz’’ dedi ve devam etti. ‘’Botandiler insan eti yiyorlar tahminime göre çocuğu yiyen Botandi idi. Köye mi dönelim?’’ diye sordu. Dyubet

‘’Hayır, Voryo’nun yanına dönelim bizim moruk Henrik köyü idare eder. ‘’  dedi.

Voryo daha küreği vurur vurmaz tuhaf ses geldi arkasına döndüğünde kimse yoktu ama küreği bırakır bırakmaz kılıcını çekmişti. Yanında beliren Uran kılıcı ile saldırdı ona. Voryo kılıcı ile savundu.  Uran kayboldu, Voryo etrafında dönmeye başladı. Kendi dünyasında ışık tünellerinden geçen Uran’ı hissedebiliyordu etrafında olduğunu ama nereden çıkacağını tahmin edemezdi. Direk birisine saldırdığına göre genç Uran olmadığını anlamıştı. Bir anda ortaya çıkıverdi bu sefer Voryo’nın içinden geçmek istedi. Voryo kenara çekilip onu belinden kesti. Uran’ın ruhu yaralanmıştı fakat öldürememişti. Uran yeniden ortaya çıktı ve kılıcını ilerletti. Voryo’yu arkasından kılıcını saplamıştı. Kılıcını çektiğinde Voryo kendisini yerde buldu.  Uran bir elini Voryo’nun başına tuttu ve henüz daha ölmemiş Voryo’nun ruhunu bedeninden ayırmaya başlamıştı. O sırada içinden hançer geçti ve Uran arkasına dönüp baktığında bunun bir kadın tarafından yapıldığını anlamıştı. Kadın kılıcını çekmişti. Uran hızlıca ona doğru ilerlerken mezarlığın taşlarından üzerinden atılan bomba ile Uran’ın ruhu erimiş bağırarak toz haline gelmişti.

Bunu yapan Dyubetten başkası olamazdı. Dyubet hemen arkadaşını yerden kaldırdı ve sırtını alarak yola koyuldu. Voryo ‘’Mezar’’ derken Fusulla ‘’Botandi ve Uran şimdilik hakladıklarımız senin hemen dinlenmek gerek. Eminim köyde şifacı veya otlardan anlayan en azından nerede ne bittiğini bilen birileri vardır. Seni güvenli bir yere götürdükten sonra görevimizi halledeceğiz.’’ Dedi.

Zeleyan geceyi saklanarak geçirmişti oğlu ağacın orada dinleniyordu, yorgun ve bitkindi. Güçlü bünyesi vardı fakat gün geçtikçe yarası kötüleşiyordu.  Oğlunu yem olarak ortalıkta bırakıyordu ne olur ne olmaz diye. Çok güçlüydü fakat kendisinin gücüne eşit güçte canavar sayısı oldukça fazla idi.  Ormanda başına neyin ne zaman geleceğini bilemezdi. İnsanlarda az da olsa birlik ve toplu halde yaşamak vardı. Birkaç Canavar türü dışında bütün canavarlar yalnız veya ailesi ile birlikte yaşarlardı.  Bütün gün bekleyişinin ardından gece olmuştu. Botandi ve Uran gözükmemişti. Başka kendilerini terk ettiklerini düşünmesi şaşıracak olay değildi fakat Zelayan araştırmaya önem verdi. Onlar kendisinden korktukları biliyorlardı. İyi iz sürücü olan Zeleyan gece onların izini sürdü ve bütün gün yerinden ayrılmadığına pişman olmuştu. Daha 10 dakika geçmeden Botandinin yerde ölü olduğunu görmüştü. Etrafına baktı ve havayı kokladı. Koku gücü iyi değildi ama burnunun dibindeki tehlikeli kokusunu alamayacak kadar kötü de değildi. Etrafa baktığında insan izlerini gördü. Kafası olay yerinde olmasa da, gövdesinin keskin kılıçla kesildiğini anlamıştı. Ayak izlerine dikkatlice baktığında birisinin erkek ve birisinin kadın olduğunu anlamıştı.

Kadın olmasına biraz şaşırmıştı ama Botandi’yi avlayabilecek kadar yetenekli olduklarını anlamışlardı. Etrafı biraz daha dolaşarak Botandi’nin izlerini araştırdı. Botandi’nin ağaçtaki izlerini bulduğunda aslında avcı iken av durumuna düştüğünü tahmin etmişti. Çokta şaşırmadı bu duruma oldukça sabırsız olan genç Botandi’ye yakışır bir ölümdü. İnsanlar canavarlar kadar güçlü değildi fakat birçok türden zekiydiler hele ki Canavar Avcısı ise onlar tarafından tuzağa düşürülmek zor olmasa gerekti.  Etrafa sık sık bakmayı unutmuyordu zira kendisi de tuzağa düşebilirdi. Üstelik onun ölmesi hangi şifalı otun oğluna yarayacağını asla bulamayacaktı.

 

İnsan Avcısı kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

İnsan Avcısı 1 Bölüm

Kelime Sayısı:666

1 Bölüm

Oturdukları yerin çok uzağında olmayan insanların yaşadığı köyün kokusunu burnuna geliyordu ve bu karnını acıktırıyordu.  Aralarına sonradan katılmıştı ve hepsinin amacı çok daha farklıydı. Ormanın güneş görmeyen gölgelik yerinde canavarlardan bir tanesini sırtını ağaca yaslamış diğeri onun başında bekliyor halde idi.  Olduğu yerin arkasında çevresinde ki şifalı otları arayan başka canavar daha vardı. Normalde birbirlerine gördükleri anda birbirleri ile kavgaya tutuşan canavarlar bu sefer aynı çatı altında birleşmiş gibi görünüyordu. Hâlbuki çok ayrıydılar tek istedikleri istediklerini alıp bu görüntüyü bozup gitmekti veya daha fazlasını yapmak isteyenlerde vardı.

Orukanda: İki orukanda birbirlerine bakıyorlardı. Baba ve oğul olan ikisi birlikte yolculuk ediyorlardı. Nerede ve ne amaçlarını olduklarını diğerlerine söylememişlerdi. Oğul Orukanda yaralıydı ve.

Uran: Ayakları olup olmadığı bilinmezdi, yere basmadıklarını için ama uçamazlardı da. Normal hayaletten çok daha fazlasıydılar. Belirli alanda görünmez olabilirler ve düşmanlarının arkasından çıkabilirlerdi. Işığın içinden geçtiklerinden geldiklerini belli ederlerdi fakat hızlıydılar. İnsanlarınkine benzer kılıç kullanırlardı.  Her şeyin içinden geçebilirler ve güçlü bünyelerin içlerinde yaşayabilirlerdi. Orukandalar ile dövüşmek yerine karşılıklı menfaat konusunda onlara yardım etmeyi tercih etmişlerdi.

Botandi: Gruba en son katılan ve çok aceleci olan şifalı otlardan anlayan sürüngen canavardı.  Ayağa kalkabiliyorlardı fakat ellerinin üzerinde sürünürken çok hızlıydılar. Genç botandi Orukandan istedikleri doğrultusunda yardım edecekti.

Birbirinden farklı üç canavar türü yolları kesişmişti.  Botandi elleri ile oynuyordu koku almayı iyi biliyordu. Köyde ki çocukların kokusu alabiliyordu. ‘’O çocukları bana ne zaman getireceksin Orukan oğlun hayatı kısalıyor’’ dedi.  Kendi adı olan ve Orukanlar içerisinde Zeleyan olarak adlandırılan canavar ‘’Uran köyde ki şifacıdan istediğin otu getirecek ona insanları sana da çocukları vereceğim’’  dedi.  Uran ‘’Gece yapacağım sende üzerine düşeni yap’’ dedi. Zelayan bir şey demek istemedi ve onlara git işareti yaptı.  Botandi oradan kısa sürede uzaklaştı ve Uran bir anda kayboldu.  Oğul Orukanda ‘’Baba’’ dedi. Zelayan ‘’Sus hata ölümü getirir demiştim sana. Boş yere Karakan ile dövüştün ve seni kurtaramazsam öleceksin.’’  Dedi. Ve devam etti. ‘’Beni başarısızlığa uğrattın ağzını bile açma’’ Dedi ve oğlunun yanı başından kalktı.

Maceralar bitmiyordu hayatında oğlundan uzaklaşıp daha sakin bir yere gitti. Geceyi bekleyecekti. Uran ile köye girmeyi düşünüyordu.

İlan civar köylere ve şehre yayılalı bir hafta olmuştu ve bir hafta sonra dört atlı köye gelmişti. Sırtlarında kılıçları vardı, asker değillerdi Canavar avcılarına benziyorlardı.  Biri kadın üç erkek köye girdiklerinde durdu.  Kadın ‘’Ben Ayan ile konuşurum siz de bir şeyler için’’ dedi.   Atından indi ve yürümeye başladı. At biraz onun peşinden ilerledi ve durdu yerdeki otlarla ilgilenmek daha ilgi çekiciydi. Kadın Ayanın evini kısa sürede bulmuştu. Kimseye sormadan hemencecik evini anlamıştı. Kapıya vurdu. Ayan kim olduğunu sordu.  ‘’Kuyudan Canavar avcısı ilan için buradayız’’ dediği anda içeride sesler gelmiş ve Ayan kapıyı hemen açmıştı. ‘’İçeriye girin’’ dedi. Kadın

‘’Gerek yok sadede gelelim’’ diye kısa kesti. Ayan ‘’Bir çocuk öldürüldü ve bir adam kayboldu. Aynı gün içerisinde’’ dedi. Kadın

‘’Çocuk nerede bulundu? Ve ikisi hakkında olağandışı olay gerçekleşti mi? Kaybolan adam ne tarafa gitti?’’ diye sorular sordu. Ayan ‘’Çocuk ormanda bulundu sonra onu mezarlığa gömdük. Adamın izleri ormanın içinde var fakat bir anda kesiliyor. ‘’ dedi. Kadın ‘’Peki adamın öldürülmüş olasılığını düşünmediniz mi?’’ diye sordu. Ayan ‘’Düşündük ama ortada adama rastlanan kan izi yoktu.  Son evden ilerleyin ve çok yakında göreceksiniz izleri zaten. Adam ile çocuk farklı yerlerde’’ dedi. Kadın bir şey söylemeden arkasına döndü.  Arkadaşlarının yanına gitti ve handan içeriye girdi. Onlar çoktan masaya kurulmuşlar içkilerini söylemişlerdi. Yeni başlamışlar ve Kadına da ayırmayı unutmamışlardı.  Grubun en yaşlısı Henrik

‘’Ne olduğunu öğrenebildin mi?’’ diye sordu. Kadın ‘’Adam ve çocuk farklı yerlerde izi var. Çocuk öldürülmüş adam ise kayıp sonrada çocuk gömülmüş’’ dedi. Henrik ‘’İki farklı yaratık yani’’ dedi. Dyebet ‘’Çocuğun mezarını kazmamız gerekecek’’ deyince Voryo ‘’Ben hallederim o işi’’ dedi ve içkisini ikinci kez yudumlamadan ayağa kalktı. Dyebet ‘’Çok hızlı davranıyorsun geleli yeni oldu.’’ Dedi. Henrik içini çekti ve ayağa kalktı. ‘’Ben Ayan ile fiyatı konuşacağım Fusulla ve Dyebet sizde izlerin peşine düşün’’ dedi. Bir anda masalar boşalmış içkiler yalnız kalmıştı. Neyse ki bedava içkiyi zevkle içecek insanlar halen vardı. Onlar hanı terk edip etmez kupaları kapma yarışına girdiler. İçkiler biraz yere dökülse de kazananlar kana kana bedava içkileri mideye doldurdular.

İnsan Avcısı kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 24 Bölüm

Kelime Sayısı:778

24 Bölüm

 

Baskın II

 

Üzerlerine gelen oklar konusunda bir şeyler yapmanın vakti geçmeden harekete geçmeleri gerekiyordu. Matilyano kendini ileriye çıkartarak parmaklarını birbirlerinin üzerinden geçirerek keskinleştirdi. Tırnaklarını küçük keskin parçalara dönüştürerek havadan gelen okları havayı keserek cevap vermeye başladı. Oklara temas etmeden okları kesmeye başlamıştı.  Borla kılıcı ile gelen okları kılıcın karanlık gücünü kullanarak kesiyordu. Gece kuşları onları ok yağmuruna tutarak öldüremeyeceğini anlamışlardı. Onların da daha uzun süre gelen okları kesmeye devam etmeyeceğini biliyordu. Borla sıradaki kılıç saldırısı düşman için yapmıştı geniş alana yapılan saldırı saldırının hızını düşürmüştü. Gece kuşları bu saldırıdan çoğu kaçabilmişti fakat onlara uyguladıkları ablukayı kaldırmak zorunda kalmışlardı. İkisi de ilerlemeye başladı artık onlara yakınlaşıp doğramaya başlayabilirlerdi. Gece kuşları yeni plan ile Borla ve Matilyano’ya yoğunlaşırken hanın içindekiler için dışarıya çıkma fırsatı doğmuştu. Isılbert ve adamları dışarıya çıktıklarında herhangi gece kuşu ile karşılaşmadılar. Kuleye gitmek için sağ tarafta kalan sokağa yöneldiler. Onlardan sonra mutfak kapısından dışarıya çıkan Azrel olmuştu, kılıcı yanındaydı fakat iksirleri evdeydi. Çocuğu bulmak için iksire ihtiyacı olup olmadığı bilmiyordu ancak dövüşmek için onlara kesinlikle ihtiyaç vardı. Borla şehri karanlık kaplamamıştı şehrin suların altında olması buna riskti üstelik denizi yeri yardığı için ve Gece kuşlarının karanlığa karşı dayanıklı yaratıklar olması bunu öncelikli yapmıyordu.

Gelecek neyi gösterir bilmiyordu gücünü başlarda tam anlamıyla açmamayı uygun görüyordu.  Görev verdiği üç kişi vardı savaş sırasında Matilyano’nun taraf değiştirebilirdi. O yüzden gücünü saklamalıydı. Borla gece kuşları ile temasa geçmiş önüne kim gelirse saldırıyor ara sıra çembere alınmaya kalksa da toplu halde onları kesip çembere alınmadan kurtuluyordu. Gece kuşları yarı yaratık yarı insandı. Hepsi doğuştan duman katmanıydı kanatları sayesinde uçabiliyor ve kanatlarındaki tüyleri kesmek için kullanabiliyordu, gerektiğinde fırlatabiliyordu. Kanatları gerekmedikçe sırtlarından çıkartmıyorlardı Duman katmanı olduklarından oldukça dövüşlerde avantajlıydı. İstedikleri yere gidebilmeleri için biraz duman bırakmaları yeterliydi. Borla onlar hakkında bildiklerini aklına getirdi ve analiz etti.  Sayılarını tam bilmiyordu fakat karanlık hissi ona sayılarının çok fazla olduğunu söylüyordu.  Duyduklarını doğruysa bu tabur ona en uzun gecelerden birisi yaşatması kaçınılmazdı. Şehirde sürprizlerle karşılaşacağı şüphesizdi.  Bütün bunlara rağmen ne olursa olsun çocuğu sağ salim bu şehirden çıkarmak zorundaydı. Borla kestiği gece kuşlarının bedeni yeniden birleşiyordu. Matilyano biraz daha ileride olduğu için onun kestiğine bakmamıştı.  Bir fırsatını bulup geriye baktığında kendi kestiği gece kuşlarını tamamı ölürken Borla’nın kestikleri ölmüyordu. Onları hızlıca keserek ilerliyor ve Matilyano’ya yetişiyordu fakat onunla ters bir istikamete doğru ilerliyordu. Borla tarafından kesilen geçe kuşları yeniden bedenleri bir olup Borla’nın peşine düşüyordu.

Gece kuşları komutanı Kraliçe hizmetkarı Tybrand Borla’yı uzaktan izliyordu. Onun gece kuşları kesemediğini fark etmişti, gece kuşlarına ‘’O adama saldırın sizi kesemiyor’’ dedi. Bağırarak gece kuşlarını komuta ediyordu. Matilyano onun bu hareket ile biraz rahatlamış gözüküyordu. Tybrand istediği üzere Borla’ya yoğunlaşmışlardı. Gece kuşları ona yoğunlaşırken Matilyano daha hızlı hareket etmeye başladı.  Her taraftan çembere alınmıştı. Her ne kadar saklamaya çalışılsa da şehre Borla’nın giriş yaptığı yayılmaya başlanmıştı. Gece kuşlarının bu denli şehirde güçlü olmasını hiç aklına gelmemişti. Bütün gece kuşları sanki Borla’yı avlamak için sanki buradaydı. Borla bir ara koşmuş, yorulmuş ve soluklanmak için durmuştu.  Etrafını tekrar sarmaya başlamışlardı onun kısa süreli dinlenmesine bile izin vermiyorlardı. Kılıcını toprağa sakladı yârin altından gerçekleştirdiği kılıç saldırısı gece kuşlarının altından toprağın yüzeyine çıkarak onları ikiye ayırmıştı. Bu saldırı onların tekrar birleşmesini engellemiş ve ani ölümlerle sonuçlanmaya başlamıştı.

 

Isilbert Kourp Tarafı

 

Isilbert ve adamları kendileri oluşturulan çemberi geçmişlerdi. Isilbert onlarla gitmeyi tercih etmedi ve durdu. Askerler peşinden geldiğini fark edince ‘’Komutanım!’’ dediler. Isilbert ‘’Ben geri döneceğim siz destek toplayın ve kılıcınızı gece kuşlarından saklayın’’ diye talimat verdi. Askerlerin için hiç rahat değildi fakat komutanlarının verdikleri emre uymak zorundaydılar. Isilbert eski arkadaşı Borla’yı korumak istiyordu ama ona birazcık alınmıştı. Ölümüne dövüşebilecek hiçbir şeyleri kalmamıştı. Onun gibi dünyada her şeyi elde edip kaybetmemişlerdi fakat eski günlerinin anısına kaçıp kurtulmayı yediremedi. Isılbert geriye döndü, belindeki kılıcı çekti. Çocuğu tam olarak tanımamıştı. Borla o çocuğa inanmış ise kendisinin de inanması gerektiğine inanıyordu. Ordon’un yarıda bıraktığı Borla’nın ihanete uğrayıp başaramadığını çocuk başarabilecek miydi acaba? Tuzlu Kraliçe sokağına daha ulaşamadan Gece kuşları duman halinde üzerine geliyordu. Normalde gece kuşları sivillere zarar vermezdi, askerlerine kılıçlarını saklama emri vermişti veya askerler kılıçlarını bırakıp gideceklerdi. Isilbert’ in elinde kılıcı vardı bu da onu gece kuşlarının hedefi yapıyordu üstelik Borla ile görülmesi cabasıydı. Duman saldırısını onun üzerine fırlattılar. Isilbert gelen her saldırıyı irade gücü ile kesip ikiye böldü. Kuşlar onun irade gücünün olduğunu bilmiyorlardı saldırılarının engellenmesi ile öğrenmişlerdi şimdi daha dikkatli davranmak zorundalardı. Gökyüzüne yükselerek kanatlarındaki keskin tüyleri onun üzerine göndermeye başladılar. Isilbert bunlar yaşanmadan birkaç tanesini hızlı davranıp öldürmeyi başarmıştı. Bedenlerinde saniyeler içinde onlara keskin tüy çıkmıştı. Bu tüy bir evin duvarını rahatlıkla delebilecek kadar güçlüydü. Isilbert irade gücü ile hava kesik attı ve üzerine gelen keskin tüyler bir anda kesilerek etrafa düşmeye başlamıştı. Eskisi kadar güçlü olmayan ama yaralayabilen tüylerken kaçmayı başarmıştı. Hiçbir tanesi kendisine isabet etmemiş en tehlikelileri yakınına düşmüştü.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 23 Bölüm

Kelime Sayısı:542

23 Bölüm

 

Baskın

 

Kılıcı yere vurduğunda çıkan yankılı ses etrafa yayılmaya başladı. Herkes ne olduğunu başta anlamamıştı fakat Borla etrafına bakıyordu o fısıltılar kaderin kılıcının fısıltısıydı. Dünyanın en güçlü ikinci lanetli dünyaya karanlık mesajı gönderiyordu.  ‘’Yaşayan bütün karanlık gücü sahiplerine ve ihtiyarlara sesleniyorum bu çocuğu ölmeniz pahasına koruyun. Bana güvenin bu çocuk tarihimizi benden sonra yüceltecek kişidir! ‘’ dedi. Çocuk içeriye geçtiğinde genç ve güzel bir bayan karşısına dikilmişti. Başını çocuğun seviyesinde eğdiğinde göğüsleri dışarıya fırlayacakmış gibi duruyordu.  Çocuk öylece dona kalmıştı. Hareket edemiyor sadece gözlerini kıpırdatabiliyordu. Kadın çocuğu kucakladı ve onunla dumana dönüşüp ortadan kayboldu.  Borla dışarıda ve içeride olanların farkına varmıştı. ‘’Silahlarınıza davranın kuşatıldık’’ dediğinde herkes ayağa kalkmıştı. Gece kuşları han ve çevresini ablukaya almıştı.  Borla gözleri ilk Kadran’ı aradı fakat mutfakta yoktu. Isılbert ‘’Aramızdan bu çocuğu alıp kim uzaklaşabilir?’’ diye homurdandı ve kimin yaptığını sorgulamaya başladı.

Azrel ise çoktan olay yerini incelemeye başlamıştı, duvarlara yerlere ve çevreye baktı ufak bir iz yoktu fakat sonradan fark etti yerde toz izi ve kuş tüyü vardı. Azrel tüyü ve tozu iyice inceledi. Borla ve Isilbert ondan açıklama bekliyordu.  Azrel ‘’Gece kuşları kaçırmış olabilir’’ dedi. Isilbert ‘’Birkaç gece kuşu bunu yapmaya cesaret edemez’’ dedi. Azrel ‘’Yıllardır söylenilen şey şu anda gerçekleşmiş olabilir. Gece kuşları taburu!’’ dedi. Matilyano ‘’Hazırlıksız yakalanmak diye ben buna derim işte Bierta’nın elinden bile adam alabildiklerine göre gözleri iyice dönmüş bunların’’ dediğinde Azrel ‘’Senin gibi yani’’ diye cevapladı. Matilyano bir şey söylemedi. Borla

 

‘’Düşmana hazırlıksız yakalanmayı seviyorum eğer bir tabursa onlar her yerde olmalılar Isilbert, Azrel ve Matilyano bir efsane ile sırt sırta dövüşmek ister misiniz?’’ diye sordu. Isilbert ve Azrel önce Borla’ya sonra da kendilerine baktılar. İkisi aynı anda ‘’Eski günlerdeki gibi’’ diye güldüler. Borla arkasını döndüğünde Matiyano yemeğini bitirmişti parmaklarını yaladıktan sonra Borla’ya baktı.  ‘’Karşılıksız dövüşmem Borla yemek borcun var’’ dedi. Borla yemek borcunu başını sallayarak kabul etti. Azrel ‘’Ona güvenemeyiz’’ dedi. Borla ‘’Açık bir tehdit altında mecburen savaşmak zorunda buradan çıkmak istiyorsa derdi ölmekse o ayrı’’ dedi.  Isilbert ‘’Plan nedir?’’ diye sordu. Borla ‘’Azrel çocuğu bulmayı sana bırakıyorum Avcılık güdülerin buna uygun Isilbert sen ve adamların arkadan çıkmaya çalışacaksınız düşmanın arkasına geçeceksiniz duruma göre plan değişebilir.  Ben ve Matilyona ön kapıdan dışarıya çıkacağız ve önümüze ne gelirse yok edeceğiz’’ dedi. Isilbert ‘’Kısacası dışarı çık dövüş’’ dedi. Borla

 

‘’Dışarıya çıkmadan bize ne hazırladıklarını bilemeyiz belli ki içeriye girmeye tenezzül etmeyecekler bizim dışarı çıkmamızı bekliyorlar’’ dedi. Matilyano ‘’Azrel’in herhangi bir gücü yok Gece kuşları etrafı sardığında onun için ölüm olur’’ dedi. Borla ‘’O Yaratık avcısı düşmanını karşısına doğrudan almamayı iyi bilir’’ dedi. Matilyano hızlıca pençesini Azrel’e doğru indirirken Isilbert onu kılıcı ile durdurmuştu. Isilbert ‘’Ben onu korurum birbirimizle dalaşmanın zamanı değil’’ dedi. Borla ‘’Ben Azrel’e güveniyorum O avcılar kralı olduğunda herhangi bir gücü yoktu. Güç bilekte gösterilir fakat akılla yönetilir’’ dedi. Herkes son sözünü söylemiş ve Borla’nın planı uygulamaya geçilmişti. Borla ve Matilyano ön kapıya geldiler. Isilbert ve adamları arka kapıya doğru giderken Azrel mutfak kapısından çıkmak için beklemeye koyuldu. Matilyano Borla’ya baktı. Kapıyı açıp dışarıya çıkar çıkmaz havada ok sesleri duyulmaya başlamıştı. Gökyüzünden yağmur gibi oklar geliyordu ve etrafları kalabalık Gece kuşlarını tarafından çevrilmişti. Matilyano ‘’Seninle dövüşseydim senin karşına çıkmış binlerce kişiden hiç farkım olmayacaktı ama tarih beni bir efsane ile yan yana dövüşme fırsatı tanıdı.’’ Dedi. Borla

 

‘’Yine içindeki dövüşme istediği geri çevirmekte zorlandığını anlayabiliyorum’’ diye yanıtladı.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 22 Bölüm

Kelime Sayısı:857

22 Bölüm

 

Tuzlu Kraliçe Hanı 2

 

Aralarında konuşma biterken Azrel ‘’Onun burada olduğunu bilmiyordum’’ dedi ve Isılbert’e baktı. Isılbert ise bakışlarını Borla’ya çevirmişti. Borla ‘’Şehre geldiğimde burada güçlü birileri olduğunu sezmiştim onlardan bir tanesi Matilyanoydu anlaşılan buradaki ilk ve son gecem olacak.’’ Dedi. Isılbert ‘’Ben adamlarıma söyleyeyim’’ dedikten sonra ayağa kalkmaya çalıştı, tam kalkamadan Borla onu kolundan tutup tekrar yerine oturtturdu. Herkes masanın etrafında oturuyordu. Çocukta başka masadan sandalye alıp yeni oturmuştu. Olanları her zamanki gibi sadece izlemekle yetiniyordu. Azrel çocuğun rahat tavırlarına bakınca ‘’Ufaklık bugün burada ölebilirsin’’ dedi. Borla elini kaldırdı parmağı ile Azrel Isılbert’i gösterdi. ‘’Bugün burada hepimiz ölebiliriz ama bu çocuk asla ölmemeli. Soyundan gelebilecek Yeni Azrel bu çocuğa bağlı. Çocuğu ölümüne koruyun! Konuyu burada kapatın’’ dedi. Bir süre sessizlik oldu fakat bu sefer Kadran konuştu. ‘’Çoktan ölmüştüm ben sadece bu adam ölümümü geciktirdi.’’ Dedi. Borla sırıttı ‘’Hayır geciktirmedim senin ölümünü erteledim.’’ Dedi. Azrel ‘’Gelecek hakkında ne biliyorsun? Benim soyumla alakalı?’’ diye meraklı şekilde sordu. Isılbert ona baktı ve Matilyano’nun burada olduğunu gösterdi. Borla durumu fark etmişti. ‘’Matilyano’nun konuşmalarımızı duyup duymaması çok önemli değil.’’ Dedi. Çocuk konuyla alakasız soru sordu.

 

‘’Bu hanın ismi neden Tuzlu Kraliçe hanı koyuldu?’’ dedi Çocuk. Bu soruyu ortaya attığında Azrel gülümsedi. ‘’Bu şehri bir zamanlar Tuzlu Kraliçe yönetirdi. Burası birçok krallık tarafından saldırıya uğradıysa da okyanusun içinde olması ve Kraliçenin varlıklarının üzerindeki tuz etkisi ile kimse tarafından ele geçirilememiştir.’’ Dedi.  Azrel lafına devam edemeden çocuk onu konuşmasını yarıda kesti.  ‘’Tuz etkisi ne oluyor? Diye sordu. Bu sefer Isilbert yanıtlamak istedi. ‘’Her varlığın içerisinde bir miktar tuz var. Kraliçe varlıkların içindeki tuz miktarını çektiğinde varlıklar ölümleri acı ile gerçekleşir. O yüzden kimse tarafından durdurulamadı.’’ Dedi. Kadran ‘’Tuzlu Kraliçe yaşıyor mu hala?’’ diye sordu. Konuşma sırası Azrel’e geçmeden önce Savaşçı Matilyano söze karışmıştı.

 

‘’Baban Tuzlu Kraliçeyi öldürdü ve şehre hâkim oldu. Tuzlu Kraliçe hayatını bu şehre adamıştı. O öldükten sonra şehir önemsizleşti.’’ Dedi. Matilyano konuşmanın başından beri onları dinlediği ortaya çıkmıştı. Azrel ve Isılbert biraz tedirgin olsa da Borla sakin ve umursamaz tavır takınıyordu. Kadran bir anda gözlerini açmıştı sanki uykudan yeni uyanmış gibi ayağa kalkmış Borla’nın yüzüne bakıyordu.  İyice heyecanlanmıştı, onun dışında hiç kimse heyecanlı değildi. ‘’Nasıl yaptın bunu?’’ diye şaşkınlık ve heyecanla bağırarak sordu. Borla sırıttı. ‘’Zor ve uğraştırıcıydı. Onu öldürmem için Viral krallığı bana bir kısım toprak teklif etmişti. Bende kabul ettim. Toprak bahaneydi ben aslında Tuzlu Kraliçenin gücünü görmek istedim’’ dedi. Konuştuğu sırada Borla’nın da gözleri çocuktaydı ama sözlerini bitirdiğinde mazi gözlerinin önünde canlanıyordu. Başlangıçta ona yaklaşmak mümkün bile değilken onu yeterince yaklaşıp kesmeden öldürmek mümkün değildi üstelik yakınlaştığında tuz etkisi sahasının içinde buluyordu kendisini. Ortam biraz sessizlik olunca ve dövüşün sahibi konuşmayı bıraktığında Isilbert onun yerini devraldı.

 

‘’Tuzlu Kraliçe’nin Aydınlık, İrade, Sars ve sars mızrağına sahipti. Bu ona muazzam bir güç sağlıyordu kusursuz ve mükemmeldi. Onu ancak onun kadar mükemmel ve kusursuz birisi öldürebilirdi. Okyanus tabanında yaşanan bu ikilinin mücadelesi gazetelere tek haber olarak geçmeyi başarmıştı. Bu savaş karanlığın yüzyıllar sonra zayıflatabileceğini asla yok edilemeyeceğini gösteren savaştı. İmparatorun karanlık güçlere sahip kişilerin birçoğunu öldürmesi ve geri kalanlarında onun karşısına çıkmaya cesaret edemeyişi onu dokunulmaz birisi yapıyordu. İkilinin savaşı boyunca dünyanın boynunda iki şehri okyanusa gömülmüştü. Gömülen şehirlerin bölgesi daha sonra batık bölge olarak adlandırılacaktı. ‘’ dedi.  Çocuğun daha çok heyecanlandığını gören Matilyano onu daha da heyecanlandırmak için konuşmaya başladı.

‘’Dünyanın boynunda gerçekleşen bu savaş mızrağın ve kılıcın her birbirine vurması ile küçük depremler oluşturmuştu. Bunu bana babam anlatmıştı. Bir tarafta çift katmanlı sars mızrağı diğer tarafta kaderin kılıcı’’ dedi. Azrel boğazını sesli temizleyerek Matilyano’nun daha fazla konuşmasına izin vermedi. ‘’O günleri hatırlıyorum onlar her silahını tokuşturduklarında geceler aydınlanırdı ve gündüzler kararırdı. Öyle geceler vardı ki gündüz gibiydi öyle gündüzler vardı ki sanki gece gibiydi.’’ Dedi. Çocuk yerinde duramıyordu hop oturup hop kalkıyor heyecanlanıyor ve daha şeyler öğrendikçe mutlu oluyordu.  Borla hiç zaman söze karışmamış veya söz olmamıştı o sadece Kadran’ın tavırlarına bakıyordu onun savaştan hoşlandığını saklamaması onun hoşuna gitmişti. Aradığı çocuk gerçekten o olabilirdi. Ona baktıkça eskilerden tanıdığı birine çok benziyordu kısa süreliğine uzaklara daldı.  Isılbert onun dalgınlığı bozacak şekilde söze başladı.

 

‘’Sen anlat Borla!’’ dedi. Kadran olayın kahramanından bir şeyler duymak istiyordu. Onun susması onu sinirlendirse de onun hakkında yeni hikayeler duymak onu heyecanlandırıyordu.  Borla ‘’Tuzlu Kraliçe ile yaptığım dövüş hayatımda yaptığım en büyük dövüşlerimden sadece bir tanesiydi. Bana kımız arkadaşlarıma istediklerinin getir!’’ diye seslendi. Hancı hemen yerinden ayrıldı ve onun isteklerini yerine getirmek için mutfağa girdi. Borla yüzünü Matilyano’ya çevirdi. ‘’Sende biraz daha et alır mısın?’’ diye sordu. Matilyano ağzı doluydu fakat gözlerini kırparak ona olumlu işaret verdi. O sırada Isilbert’in adamları içeriye girmişti. Isilbert

 

‘’Bildiğin her şeyi bu çocuğa öğretebilecek misin?’’ diye sordu. Kadran ortalıklarda yoktu o da hancının peşine takılıp mutfağa girmişti. Borla ‘’Bilmiyorum ama çocuğun Bretoneskaların eline geçmesine izin veremezdim. Radax ve Biberli Hanım meselesi de var’’ dedi.  Azrel ‘’Yeniden Karanlığın Ordusunu toplayacak mısın? Robando halen yaşıyor.’’ Dedi. Borla içini çekti.  ‘’Tek amacım bu çocuğun yaşaması dünya peşime çoktan düştü. Olurda ölürsem Robando’ya da söyleyin bu çocuğun Bretonaska ve diğer krallıkların eline geçmesine izin vermeyin vasiyetim budur.’’ Dedi. Isilbert ‘’Ölecekmiş gibi konuşuyorsun Borla’’ dedi. Borla

 

‘’Ölmek için doğduk, ölmek için yaşıyoruz. Hayatım boyunca yenilmedim bu yaştan sonra alacağım bir yenilgi beni ölüme sürükler’’ dedi. Kılıcını hızlıca çekti ve kılıç karanlığa büründü.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 1 Yorum

Yaşayan Efsane 21 Bölüm

Kelime Sayısı:770

21 Bölüm

 

Tuzlu Kraliçe Hanı

 

‘’Anlatsana!’’ diye üsteledi o da merak etmişti. Arkadaşı sakin olmasını işaret etti.  ‘’Onu takip etmemize gerek yok. Tuzlu Kraliçeye gidiyor. Evde bırakılmış notu okudum.’’ Dedi.  O zaman hemen Kraliçemizin yanına gidelim’’ dedi.  Gözden kaybolup gece kuşları kulesinde belirmişlerdi.  Bu kule ve etrafını çevreleyen yerlerde Gece kuşlarından başka hiçbir yaratık veya insan olmazdı. Morhamam şehri onlarla uğraşmayı bırakmıştı fakat Bretonaska krallığı ile anlaştıkları için ne Morhamam güçleri ne de Gece kuşları birbirlerine saldırmıyor ve aralarında uzun süredir devam etmekte olan ateşkes vardı. Bu uzun vadede Gece kuşlarının işine yarayabilecek ateşkesti.  Kapının önünde belirdiklerinden onları görenler kapıyı hemen açmışlardı haberci olduklarını biliyorlardı ve önemli bir haber için şehre yollandıklarından gözler onların üzerindeydi. İkili kendilerinin ne kadar önemli olduğunu gördükçe mutlu oluyorlardı. Merdivenlerden çıkarken diğer kuşlarında gözleri onlardaydı kulenin kapısına vardıklarında muhafız kuşlar kapıları ardına kadar onlar için açmışlardı. İçeriye girdiklerinde içeride Kraliçe’nin hizmetinde bulunan kuşlar vardı fazla kalabalık değildi.

Haberciler ne getirdiklerini ne bulduklarını ve ne öğrendiklerini merak etmeyen yoktu. Aralarında en az heyecansız olan Kraliçeydi. Kraliçe onlar geldiğinde tahtına yayılmış oturuyordu elleri boş değildi iki elinde de içki şişesi vardı uzun ve geniş kanatlarının her birince büyük şişeleri tartıyor ellerindeki içki bittikçe kanatlarını oynatıp şişelerdeki içkinin ellerinde tuttuğu bardaklara dökülmesini sağlıyordu.  Şehre kimin geldiğini ve onu izlettirmenin kolay olmayacağını biliyordu fakat kuşlarına güveniyor ve onların yakalanmadığı veya görülmediği umudunu içinde taşıyordu. Yeterince ilerleyip kraliçenin karşısında durdular ve eğildiler aralarından daha çok konuşmayı seven ve cesareti olan kuş kendini iki adım öne çıkartarak konuşmak istediğini belli etmişti. Kraliçe bir şey söylememiş fakat konuşması için işaret etmişti.

 

‘’Dediğiniz kişiyi takip ettik ve evinde not bulduk.’’ Dedi. Kraliçe ‘’Yanında çocuk var mıydı?’’ diye sordu. ‘’Evet vardı kraliçem’’ diye yanıtladı.  ‘’Gelen kişinin kim olduğunu öğrenemesek de nerede olacağını öğrendik. Kimliğini henüz bilmediğimiz kişi veya kişilerle Tuzlu Kraliçe hanında buluşacaklarını söyleyen not bulduk. Muhtemelen orada olacaklardır’’ dedi. Kraliçe ‘’Yanında çocuk varsa ve okyanusu kesip de gelmiş ise gelen kişi Biertadır.  Bretonaska ile savaşmaktansa dünyanın boynuna daha sıkıntısız ve olaysız geçmek istemiş anlaşılan ‘’ dedi. Gülümsedi ‘’Ne yazık ki karşısında biz olacağız’’ dedi. Kraliçe kendinden emin tavırları vardı ama diğer kuşların Bierta ismini duyduğunda çekindiklerini gizleyememişlerdi.  Kraliçe ayağa kalktığında bütün kuşlar onun karşısında dizlerini yere vererek boyunlarını bükmüşler onun karşısında diz çökmüşlerdi.  Kraliçe ‘’Taburu hazırlayın Bierta’yı indirip başına konan ödülü alacağız.’’ Dedi.  Gece kuşları coşkuyla kaybolmaya başladılar. Kendilerine güvenleri pek olmasa da Kraliçenin gücüne inanıyorlardı onun kendinden emin tavırları bütün gece kuşlarını cesaretlendirmeye yeter ve artardı. Bierta ile yüzleşmek için çekinceleri yok değildi. Gece kuşları birer birer kaybolup Tuzlu Kraliçe hanının yakınlarında ortaya çıkmaya başlamışlardı.

 

 

Borla ve Kadran hanın tam önüne gelmişlerdi. Kadran han girişine bakıyor ve Kraliçeye bakıyordu. Girişteki Tuzlu Kraliçe heykeli eskiydi ama çok ciddi bakanlar ondan etkilenmemesi mümkün değildi. Borla ‘’Hadi gel daha önce kraliçe görmedin mi?’’ diye sordu ve kapıyı açmak için ilerledi. Kadran ‘’Evet görmedim’’ dedi. Gerçekten te görmemişti ki bu dünyadaki bütün gariplikleri bu adam sayesinde görüyordu. Borla onun bu cevabına şaşırmadı. İçeriye girdiklerinde fazla kişi olmadığını görmüştü. Borla şaşırmıştı genelde bu hanı boş görmek pek mümkün değildi. Hanın ortasındaki masada oturan iki kişi ona baktı ve işaret etti. Handan çıkan adamlar oluyordu onları çıkartan kişinin Isılbert Kourp dan başkası olamazdı. İnsanlar dışarıya çıkmaya başladığında dışarıya çıkmayan bir kişi vardı. Köşe başında hiç durmadan etini yiyen ve kimseyi umursamadan adamdan başkası değildi. Yeni müşteri olanlar kendileri için ayrılmış masaya doğru ilerliyordu. Borla ve Kadran onların olduğu masaya geldi. Isılbert ve Azrel adama baktıklarında adam kendisine bakıldığını fark etmişti. Adam olanların farkında idi ve görünmeyen yüzünü kukuletasını indirerek yüzünü onlara gösterdi.  Borla ve Kadran masaya oturmuştu. Isılbert ve Azrel birbirine baktılar. Borla onun yüzünü görmüştü fakat umursamadı. Borla ‘’Isılbert neden boşalttırdın hanı daha çok dikkat çekmek için mi?’’ diye sordu. Isılbert ‘’Rahat konuşabilmek için şehre gelişin saklandı zaten’’ dediğinde. Adam ‘’Askerler tarafından sızdırıldı. ‘’ diye mırıldandı. Borla

 

‘’Hoş geldin Savaşçı Matilyano’’ dedi. Matilyano acımasız ve kimseye merhamet göstermez savaşçı idi. Hayatına başına ödül konulan adamları avlanarak geçinirdi. Elde ettiği gelirini bir kısmını içkiye ve ete harcardı kalan kısmını ise ne yaptığı bilinmezdi zira mülk peşinde koşmazdı. Matilyona ‘’Dönüşün gidişin kadar dünyaya ayağa kaldırdı. Denizler yeniden fırtınalara boğulmaya başladı, kıtalar üzerinde durmak bilmeyen fırtınaların esmeye başladı. Karanlık yeniden yeryüzüne indi. Seni örnek alan çocuklar senin yolundan gidebilmek için evlerini terk ettiler. Öksüz kalanlar seni öldürmek için hayata daha çok bağlandılar.’’  Dedi. Matilyano sözlerini bitirdiğinde parmağını keskinleştirmeye başlamıştı. Borla elini kılıcına atmamıştı fakat Azrel ve Isılbert ellerini kılıçlarına atmıştı. Borla onlara sakin kalması için işaret yaptı. ‘’İkimizde masada oturuyoruz henüz yemek ve kımız almadım savaşacaksak tok karnına savaşalım’’ deyince Matilyano parmağını normale dönüştürdü. Cevap vermedi ama dediklerinde haklıydı henüz yemeğini bitirmemişti. Yemeğini bitirene kadar bir süre daha bekleyebilirdi.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Yaşayan Efsane 20 Bölüm

Kelime Sayısı:826

20 Bölüm

 

Takip

 

Evin bir yatak odası ve bir mutfağı vardı. Mutfakta malzemeler çok azdı birkaç sandalye ve masa vardı. İlk girişte iki koltuk bir kitaplık bulunuyordu.  Her yer toz içerisindeydi Kadran sandalye ’ye oturmadan önce elleriyle tozları sildi. Borla koltuğun başına geldi ve üflemesiyle koltuğun birçok tozu ayaklanmıştı. Odayı toz bulutu kapladığı sırada Kadran öksürüyordu, Azrel elini ağzına tutmuştu bulduğu bez parçası ile Borla’nın oturacağı koltuğun karşısındaki koltuğa geçip oturdu.  Borla

 

‘’Burası torununun evi değil senin evin. Görüşüne bakılırsa ailen seni bu evde terk etmemiş.’’ Dedi. Azrel konuşmadan ‘’İhtiyarlık nasıl gidiyor? Ne işle meşgulsün? ‘’ dedi. Azrel içini çekti ve yüzünü buruşturdu. İhtiyarlığın iyi gitmediği her halinden belli idi. İhtiyarlığı kimin iyi gidiyordu ki? Gençlere göre onların devri çoktan bitmişti. Unuttukları bir şey vardı, arkadan gelenler şu an ki ihtiyarların yarı gücüne çoğu ulaşamıyordu.  İhtiyar iyiliğin altın çağında Büyük Kalmukya imparatorluğunu sona erdirmişlerdi. İşte onların bu başarısı saklı tarih adı altında dünyadan gizleniyordu. Bretoneskalar, Kornapalılar, Viral daha küçük, büyük krallıklar ve İmparatorlukların kurulmasını sebebi olan iki kişi koltukta birbirlerine bakan kişilerden birkaç tanesiydi. Onlardan geriye çok fazla kimse de kalmamıştı. Sayıları çok az olmasına rağmen halen bazı şeyleri değiştirebilecek güce sahiptiler. Azrel Borla’nın sorusuna cevap verdi.

 

‘’İhtiyarlık iyi gitmiyor Borla kılıç tutabilen bir Azrel daha yetiştirmek istiyordum fakat olmadı. Çocuğum ve torunum kılıçta çok başarısız bazen kendi kendime soruyorum. Acaba diyorum ebe çocukları mı değiştirdi?’’  Dediğinde Borla kahkaha attı. Borla ‘’Avcılık genleri kolay yetişmiyor Azrel belki torununu bir çocuğu olursa iyi bir kılıç ustası olabilir.  Sadece senin iyi ve senden doğanın iyi olması yetmez evlatlarının kiminle evlendiği de önemli. Soy erkek ve kadından oluşur’’ dedi. Azrel ‘’Benim ömrüm onu görmeye yetecek mi?’’ diye sordu. Bu sorunun yanıtını yaratıcıdan başka kimse veremezdi.  Borla

 

‘’Kim bilir Azrel? Sen yetişemesen bile o çocukta öyle bir hırs, istek, gayret varsa er ya da geç kılıç tutmayı öğrenecektir’’ dedi ve sırtını geriye yasladı. Azrel ‘’Uyuyacak mısın?’’ diye sordu. Borla ‘’Evet, yarın Tuzlu Kraliçe hanına gideceğim dinç görünmem lazım’’ dedi. Azrel iç çekti. ‘’Son zamanlarda huysuzlaştığım için ailem beni terk etti. Eski kafalı birisiyim kimse benimle durmak istemedi. Eskisi gibi hikayem onlara ilginç gelmiyor’’ dedi. Borla ‘’Geçmişte olan oldu pişmanlık duyman hiçbir şeyi eskisi gibi yapmayacağı gibide zamanı da geri getirmeyecek. Dünya bir zamanlar benim de avuçlarımın içindeydi. Hikayemiz bilinmiyor veya okutulmuyor malum sebeplerden ötürü. Dünya bunu bilerek gizliyor. Onlar bunu yapamadıkları için bizim yaptıklarımızı örtbas ediyorlar.’’ Dedi. Kadran o sırada uyuduğu fark etmişti. Borla

 

‘’Biraz bende dinlensem iyi olacak’’ dedi. Azrel bir şey söylemedi ve kapıyı kapatıp dışarıya çıktı.

 

 

Borla ve Kadran uzun süre boyunca uyumuşlardı. Borla ilk uyanan olmuştu, etrafa bakındığında Azrel’in evde olmadığını anlamıştı. Mutfakta tozlu masanın üzerine Azrel onları Tuzlu Kraliçe hanında beklediğine dair not bırakmıştı. Borla koltuğun kenarına bıraktığı kılıcını sırtına taktı, hançerini beline koydu. Çocuğu uyandırdı.  ‘’Nereye gidiyoruz? Acıktım!’’ dedi. Borla ‘’Karnını doyurmaya Tuzlu Kraliçe hanına düş peşime’’ dedi ve evin kapısını açıp dışarıya çıktı. Kadran onun peşinden dışarıya çıkıp kapıyı kapatmıştı. Hava daha çok kararmış sokak lambalarını daha çok belirgin hale gelmişti. Kadran

 

‘’Ne kadar uyuduk? Ne zamandayız?’’ diye sordu. Borla ‘’Üç dört saat uyumuş olmalıyız akşam olmalı’’ diye yanıt verdi.  Çocuk açtıktan dolayı biraz halsizdi, Borla’yı takip ederken karnı gurulduyor acayip birbirinden farklı sesler çıkartıyordu. Borla ise asıl yorgunluğunu henüz üzerinden atamamıştı. Gençliğinde günde iki saatten fazla uyumaya vakit zor bulan uygu sorunu çekmeyen adam şu anda tam anlamıyla uykuya bağımlıydı.  Kadran geldikleri yönün ters istikametinde gittiğini fark etmişti ama aklında başka bir soru vardı.  ‘’Neden oraya Tuzlu kraliçe hanı diyorlar?’’ diye sormuştu. Borla sorulan soruyu yanıtsız bıraktı. Çocuk onun bu tavrını anlamıştı daha fazla üstelemedi. Borla bir anda durdu, çocuk ona çarpmamak için yer değiştirmişti. Onun ani şekilde durmasını beklemiyordu. Ona baktığında geriye doğru bakmıştı gözlerini hiç almadan. Çocuk ‘’Bir şey mi oldu?’’ diye sordu. Borla ‘’Devam edelim’’ dedi. Onun boş yere durmayacağını biliyordu. Yürümeye devam ederken ara sıra arkaya bakarak ilerliyordu sanki şimdi daha dikkatli davranıyordu.

 

O baktığında iki adam hemen saklanabilmişti. Birbirlerine baktılar az daha yakalanıyorlardı.  ‘’Az daha fark ediliyorduk’’ dedi. Diğeri başı ile onayladı ve aceleci bir tavırla ‘’Hemen lidere ulaştırmalıyız bu haberi’’ dedi. ‘’Önce onun nereye gittiğini öğrenmeliyiz çıktığı eve bakalım belki bir şeyler buluruz sonra kraliçeye gideriz’’ dedi. Diğeri adamın dediklerini onayladı haklıydı. ‘’Sen bak ben onları takip edeyim bir şey bulursan haberim olsun’’ dedi. Adam bir şey söylemedi Borla’nın çıktığı evin oraya varmışlardı, ikisi ayrıldı birisi içeriye girerken diğer Borla’yı takip etmeye başladı. Kapı kilitlenmemişti kolayca içeriye girdi.  İçeriye girdiğinde uzun zamandır uğranmadığını göze çarpıyordu her taraf tozlu, örümcek ağları ile örülmüştü eşyalarının bazılarının üzerinde örtü ile kaplanmıştı. Girişteki iki koltukta oturulduğu belli idi. Mutfak neredeyse dokunulmamıştı. Koltukların birinde kâğıt bırakılmıştı koltuğun yanına gelip katlanmış kâğıdı açtı ve yazılı notu okudu. Notta Tuzlu kraliçe hanında buluşacağını yazmıştı. Kâğıdı tekrar katlayım olduğu gibi yerine bıraktı. Evin içerisinde olmasına gerek yoktu. Kapıyı kapattı ve gözden kayboldu, arkadaşının yanında belirim elini onun omzuna attı. Arkadaşı onun vardığını omzunda hissettiği an hareket etmeyi bıraktı ve ona baktı. ‘’Ne oldu?’’  Diye sordu. Arkadaşı iyi haberler aldığı her halinden belli idi.

Yaşayan Efsane kategorisine gönderildi | , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın